Category Archives: Kadın

MEKSİKA’NIN “Mega” SEÇİMLERİN Ardından Kadın TEMSİLİ ve MÜCADELESİ

Meksika’nın “Mega” Seçimleri ve Kadın Mücadelesi

Meksika’da geçtiğimiz günlerde bir çok yorumcunun “mega” olarak nitelendirdiği federal, bölgeselve yerel düzeyde seçimler gerçekleşti. Bir çok medya kuruluşu, gerçekleşen seçimlerin, iktidardaki başkan Andrés Manuel López Obrador için bir test niteliğinde olduğunu vurguluyordu. Seçimin ana aktörleri Obrador liderliğinde Morena’nın (Ulusal Yenilenme Hareketi) hakimiyetini sürdürdüğü Juntos Hacemos Historia[1] ve ona karşı çıkan, daha sağ/klasik partilerden oluşan Va For Mexico[2] (Meksika için İlerle) koalisyon bloğuydu. Öne çıkan ana konular arasında, Obrador’un pandemi yönetimikutuplaştırıcı dili ve eyaletlerde artan, büyük şehirlerdeki düşen popülaritesi vardı. Toplumsal cinsiyet perspektifinden seçimleri takip edenler de kadın cinayetlerinin ve genel olarak şiddetin hakimiyeti, yapısal reformlar ile gerçekleşen toplum cinsiyet eşitliğinin kadın temsiline etkisi üzerine odaklandı.

Meksika siyasetinde önem kazanan koalisyonlar, seçime giden süreçte Obrador’un vadettiği kökten değişimi gerçekleştirmesi için en önemli araçlarından biri oldu. 2018 seçimlerinde Morena tek başına mutlak çoğunluk eşiğine ulaşamadığı için, sonraki aylarda başka partilerden koalisyon ortaklarını kendi saflarına geçirmeye başladı. Yasama döneminde, PT (İşçi Partisi) ve PES (Sosyal Karşılaşma Partisi) partilerinden geçiş yaşandı. Morena, 2019’da PVEM (Meksika Yeşil Ekolojik Partisi) ile gerçekleştirilen ittifak sayesinde 334 koltuğa ulaşarak Temsilciler Meclisi’nde “süper çoğunluğunu” sağladı. Bu seçimde Morena’nın 2018 seçimi ve ardından yükselişi dursa da, müttefikleriyle meclisteki çoğunluğunu korudu. Fakat, büyük yasal ve anayasal reformları için diğer partilerinin desteğine bağımlı hale geldi[3]

Geçtiğimiz seçimden bugüne korunan başka bir şey ise kadın temsilinin öne çıkmasıydı. Meksika’nın temsil eşitliğindeki başarısı, siyasi partilerin adaylıklarında cinsiyet eşitliğini sağlamalarını zorunlu kılan 2014  Anayasa reformu sayesinde gerçekleşmişti. 2018 seçimlerinde kadınlar Temsilciler Meclisi’ndeki sandalyelerin yüzde 48’ini ve Senato’daki yüzde 49’unu alarak bir ilke imza atmıştı. Birleşmiş Milletler Meksika’nın cinsiyet eşitliğini sağlama yolundaki bu başarısını “eşi görülmemiş” olarak nitelendirmiş, Meksika böylece kadınların Parlamentodaki temsili açısından ilk beş ülke listesine girmişti.

Obrador’un yükselişini ve kadın hareketi ile ilişkisini irdelemek için 2018 seçiminin arka planına değinmekte fayda var. Yolsuzluğa karşı kendini “dışarıdan” bir aday olarak konumlandıran Obrador liderliğindeki Morena (Ulusal Yenilenme Hareketi) 2018 seçimlerinde benzeri görülmemiş başarı elde etti. Tarihsel olarak PRI (Kurumsal Devrimci Parti) ve PAN’ın (Ulusal Hareket Partisi) hükmettiği iktidarı siyasetin “kirliliğine” bulaşmamış bir aday olarak siyasi alanı sarsmış, ve bu mobilizasyonda da kadın temsilini öne çıkarmıştı. Böylece, Morena, kadın gündemini 2018 seçim kampanyasının ana meselelerinden biri haline getirdi. 2018 seçimlerindeki başarısından sonra, Obrador, İçişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere kabinesinin yarısına kadınları atadı. Seçimlerinin ardından yine çığır açıcı bir anayasa reformunu ile tüm seçilmiş adaylar ve yürütme ve yargı organlarındaki en üst düzey görevler için cinsiyet eşitliği kuralı getirildi. “Her şeyde eşitlik” olarak adlandırılan reform, Mayıs 2019’da kabul edildi. Tek bir Kongre üyesi bile karşı oy kullanmadı.

Chilpancingo  adayı Norma Hernandez, Guerrero  adayı Evelyn Salgado REUTERS/Edgard Garrido/File Photo

Böyle bir kurumsal altyapı altında gerçekleşen seçimlerde ise eyalet valiliği pozisyonunu[4] kazananların 15’te 6’sı kadın adaylar oldu. Kazanan 6 kadının 5’i Morena’nın adaylarıydı. Bu tarihsel olarak kadın temsilinin düşük olduğu bir kurum için çok önemli bir başarı olarak öne çıktı. (Bugüne kadar sadece dokuz kadın seçildiğini not düşelim.) Gelecek günlerde diğer seçim sonuçlarında da kadın temsili hakkında da raporlar yayınlanacaktır.

Kadın Hareketi ve Obrador

Kadın temsilindeki başarı Obrador’a ve partisine karşı feminist eleştirileri sona erdirmedi. İktidara gelmesi ile birlikte Obrador’un kadın hareketi ile arası açılmaya başladı. Feminizmi bir “yabancı” ideoloji olarak nitelendirmesi ve kadın cinayetlerini küçümsemesi bu ayrılışın en sarsıcı örneklerindendi.  Mart ayında gerçekleşen feminist protestolarında on binlerce kişi başkentte yürüyüş gerçekleştirirken, hareketin kısmen “bu hükümetin başarısız olduğunu görmek isteyen” siyasi muhaliflerin işi olduğunu söylemişti. Pandemi sürecinde aile içi şiddet çağrılarının çoğunun sahte olduğunu belirtmesi, Meksika’nın aile yapısını “istisnai” olarak tanımlayıp akrabalık bağlarının Meksikalı kadınları istismardan koruduğunu öne sürmesi kadın cinayetlerine karşı skandal tepkilerinden bazılarıydı.

Obrador’un seçim sürecinde bir kaç kadın tarafından tecavüz ile suçlanan adayı desteklemesi ve adaya karşı suçlamaları politik olarak nitelendirmesi öne çıkan sorunlardan biriydi. Birçok kadın, Lopez Obrador’un Guerrero’nun ilk adayı Felix Salgado’ya verdiği desteğe tepki gösterdi. Saldago’nun suçlandığı vakalar arasında içeceğe uyuşturucu katıp tecavüz etme ve baygın olan kadını fotoğraflayıp yayma tehditi de vardı. Salgado iddiaları reddetse de, sonunda seçim yetkilileri tarafından kampanya finansmanı usulsüzlükleri nedeniyle yarıştan atıldı. Yerine Guerrero’yu kazanacak olan kızı Evelyn atandı. Pozisyonu kazanan Evelyn’nin kampanya sürecine babası da aktif olarak katıldı.

Seçim Şiddeti ve Obrador’un Siyasi Üslubu

Seçimlerde yadsınamayacak en önemli dinamiklerden bir başkası ise kuşkusuz seçim dönemi yaşanan şiddet dalgasıydı. Bir çok kadın adayın da öldürüldüğü süreçte, seçim merkezleri ve kampanya süreçlerinde korkunç bir vahşet yaşandı.[5] 6 Nisan’da başlayan kampanya döneminden seçimlere kadar en az 34 aday öldürüldü, onlarca aday da hedef alındı ve saldırıya uğradı. (Sayısı 100’e ulaşan, farklı zaman dilimlerindeki şiddeti inceleyen raporlar da mevcut.) Obrador’un kavgacı, hedef gösteren ve yok sayan iletişim tarzı bu şiddet sarmalını ele almakta başarılı olamadı[6]. Gómez Romero’nun belirttiği gibi öldürülen 89 politikacıdan 25’i Morena’nın koalisyonunun üyesi olmasına rağmen Obrador Meksika’daki seçim şiddetine ilişkin haberleri, kadın cinayetlerini ele alışı gibi “medya sansasyonu” olarak değerlendirdi. Tüm bu şiddet sarmalına rağmen vurularak öldürülen Belediye Başkan adayı Alma Barragan’ın yerine aday olan kızı Alma Denisse Sanchez Barragan’nın seçilmesi gibi örnekler de kadınların mücadele etmedeki direncini gösterdi[7]

Kadınlar Tehdit Altında

Meksika’nın seçim sonuçlarında her şeye rağmen kurumsal adımların kadın temsilinde önemli adımlar attırabileceği görülüyor. Obrador liderliğinde Meksika önemli bir başarıya imza atsa da, şiddetin önlenememesi, feminist hareketin küçümsenmesi ve ekonomik sorunlar kadınların mücadelesinin sandığın çok ötesinde olduğunu gösteriyor. İktidar, kadın cinayetlerini durdurmakta başarılı olamıyor. Özellikle siyasette yer alan kadınlar ve gazeteciler şiddetle her gün karşı karşıya kalıyor. Gazetecilerin tehdit mesajları “sana ve kızına tecavüz edeceğim” gibi cinsiyetçi, tehdit ifadeleri barındırıyor. Kadınlar, ölüm tehlikesinin hakim olduğu bir ortamda siyaset yapmaya çalışıyor. Bu seçimler ise onların yılmadığını, en ağır baskı ortamında bile mücadele için alan açıp, ülkeyi saran umutsuzluğu yenmeye çalıştıklarını gösteriyor.

Notlar

[1] Partinin adı “Beraber Tarih Yazıyoruz” olarak çevrilebilir. Ayrıca koalisyonun her eyalet için geçerli olmadığını not düşmekte fayda var.

[2] Koalisyon hakkında mevcut bir Türkçe literatür olmasa da koalisyonun üyelerinin (PAN, PRI, PRD) perspektiflerinden ötürü “Meksika için İlerle” olarak çevrilebilir.

[3] Meksika Yeşil Ekolojik Partisi’nin (Kısaltması: PVEM, adı Yeşil Parti olsa bile politikaları çok da Yeşil olmayan bir parti) oylarının yükselişinin Obrador’u stediği reformları gerçekleştirme açısından limitleyeceği düşünülüyor.(Bunda bir önceki seçimde partinin Va For Mexico ile koalisyona girdiğini ve idam cezasını savunduğunu hatırlatmakta fayda var.)

[4] Aday listelerine ve seçimin detaylarına buradan erişilebilir https://en.wikipedia.org/wiki/2021_Mexican_gubernatorial_elections

[5] France 24 kanalında cinayetler üzerine yorum yapan bir vatandaşın sözlerinden de bu anlaşılıyordu: “sizi burada ölümle tehdit etmiyorlar, direk öldürüyorlar.

[6] Buna başka bir örnek vermek gerekirse Meksika Anayasası ve seçim yasaları, kamu görevlilerinin seçimler sırasında kendilerini veya siyasi müttefiklerini tanıtmak için hükümet mekanizmalarını kullanmalarını yasaklamasına rağmen, Obrador seçimlerde bu yöntemi bolca kullandı. Meksika Ulusal Seçim Enstitüsü, cumhurbaşkanına basın toplantılarında seçimle ilgili konularda yorum yapmaktan kaçınmasını söyledikten sonra, Obrador kuruma karşı bir karalama kampanyası başlattı.

[7] Şiddet hakkında bir önemli nokta ise bölgesel eşitsizlikler ve belli bölgelerde uyuşturucu ticareti sebebiyle yaşanan yönetim krizi. Siyasal şiddettin özellikle bu bölgelerde gerçekleştiğini not düşmek gerek.

Ek Okuma Listesi

  1. Mexican president suffers setback in country’s deadliest election in decades https://theconversation.com/mexican-president-suffers-setback-in-countrys-deadliest-election-in-decades-162152
  2. Mexico’s 2021 mid-term elections: more Morena and glimmers of hope for AMLO’s opponents in 2024 https://blogs.lse.ac.uk/latamcaribbean/2021/06/10/mexicos-2021-mid-term-elections-more-morena-and-glimmers-of-hope-for-amlos-opponents-in-2024/
  3. The fight for LGBTQ representation inside Mexico’s political parties https://victoryinstitute.org/the-fight-for-lgbtq-representation-inside-mexicos-political-parties/
  4. Elections, polarisation and frustration in Mexico https://www.opendemocracy.net/en/democraciaabierta/elections-polarisation-and-frustration-in-mexico/
  5. Mexico as an example of Gender Parity in Parliaments? https://verfassungsblog.de/mexico-as-an-example-of-gender-parity-in-parliaments/
  6. Kadınların seçilmesi ile toplumsal cinsiyet sorunlarının çözülmediğinin de altını çizmekte fayda var. Bu yılın başlarında “viral” olan bir videoda Hermosillo Belediye Başkanı Célida López, kürtajı destekleyen kadınları “moronlar” olarak adlandırdı ve birçok kürtaj yanlısı aktivistin giydiği yeşil bandanalarla dalga geçti.

[1] Partinin adı “Beraber Tarih Yazıyoruz” olarak çevrilebilir. Ayrıca koalisyonun her eyalet için geçerli olmadığını not düşmekte fayda var.

[2] Koalisyon hakkında mevcut bir Türkçe literatür olmasa da koalisyonun üyelerinin (PAN, PRI, PRD) perspektiflerinden ötürü “Meksika için İlerle” olarak çevrilebilir.

[3] Meksika Yeşil Ekolojik Partisi’nin (Kısaltması: PVEM, adı Yeşil Parti olsa bile politikaları çok da Yeşil olmayan bir parti) oylarının yükselişinin Obrador’u stediği reformları gerçekleştirme açısından limitleyeceği düşünülüyor.(Bunda bir önceki seçimde partinin Va For Mexico ile koalisyona girdiğini ve idam cezasını savunduğunu hatırlatmakta da fayda var.)

[4] Aday listelerine ve seçimin detaylarına buradan erişilebilir https://en.wikipedia.org/wiki/2021_Mexican_gubernatorial_elections

[5] France 24 kanalında cinayetler üzerine yorum yapan bir vatandaşın sözlerinden de bu anlaşılıyordu: “sizi burada ölümle tehdit etmiyorlar, direk öldürüyorlar.

[6] Buna başka bir örnek vermek gerekirse Meksika Anayasası ve seçim yasaları, kamu görevlilerinin seçimler sırasında kendilerini veya siyasi müttefiklerini tanıtmak için hükümet mekanizmalarını kullanmalarını yasaklamasına rağmen, Obrador seçimlerde bu yöntemi bolca kullandı. Meksika Ulusal Seçim Enstitüsü, cumhurbaşkanına basın toplantılarında seçimle ilgili konularda yorum yapmaktan kaçınmasını söyledikten sonra, Obrador kuruma karşı bir karalama kampanyası başlattı.

[7] Şiddet hakkında bir önemli nokta ise bölgesel eşitsizlikler ve belli bölgelerde uyuşturucu ticareti sebebiyle yaşanan yönetim krizi. Siyasal şiddettin özellikle bu bölgelerde gerçekleştiğini not düşmek gerek.

Altın Şafak’a Karşı Mücadele ve Magda Fyssa

Bu yazı Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nda yayınlanmıştır ve yazının sonuna okuma listesi eklenmiştir.

Fotoğraf: Ekathimerini

Yunanistan’da geçtiğimiz günlerde neo-Nazi Altın Şafak partisi hakkında tarihi bir davada tarihi bir karar gerçekleşti. BBC Türkçe’nin haberinde belirttiği gibi aralarında parti liderinin ve milletvekilliği yapmış kişilerin de bulunduğu 70’e yakın kişi, ‘bir neo-Nazi partisinin parçası olarak’ suç örgütü kurmak, bu örgütte yer almak ve yönetmek, kara para aklamak, şantaj, izinsiz silah bulundurmak ve ırkçı şiddet eylemleri düzenlemek suçlamalarıyla yargılandı. İçinde üst düzey yönetici ve eski vekillerin bulunduğu 30 kişiye farklı cezalar verildi, hapis cezası alanların tutuklanması kararlaştırıldı. Altın Şafak aleyhindeki dava, kısmen geniş ölçeği nedeniyle uzun süredir devam ediyordu. 120 tanık ve yüzden fazla şiddet olayıyla suçlanan 69 sanık (18’i eski Parlamento üyesi) vardı.

Bu davanın ana takipçilerinden ve savunucularından biri davalardaki varlığı ve aktivizmi ile oğlunu Altın Şafak üyelerinin saldırısında kaybeden Magda Fyssa oldu. Fyssa, Altın Şafak’a karşı mücadelenin ön saflarında yer aldı.

Keep Talking Greece isimli haber sitesinin belirttiği gibi Magda Fyssa, 18 Eylül 2013’te 33 yaşındaki oğlu Pavlos’un Altın Şafak üyesi tarafından kalbinden bıçaklandığını öğrendi. Pavlos Atina’da ailesinin evinden çok da uzakta olmayan bir kaldırımda öldürülmüştü. Magda oğlunun ölümünden sonra Antifa ve demokratik destekçilerin yardımıyla sol görüşlü olduğu için öldürülen oğlu için büyük bir kampanya başlattı. Altın Şafak üyeleri Pavlos’tan bir kaç ay önce Pakistanlı bir göçmen olan Sahzat Lukman’ı işe giderken öldürmüştü.

Fyssa, Nisan 2015’teki Altın Şafak davasının başlangıcından bugüne kadar 453 mahkeme oturumundan hiçbirini kaçırmadı. Mahkeme salonunda oğlunun cinayetinin tüm korkunç ayrıntılarını ve “bıçağın kalbinde nasıl büküldüğünü” duymak zorunda kaldı. Altın Şafak destekçileri tarafından hakaret, saldırı ve tehditlere maruz kaldı.

Geçtiğimiz hafta Altın Şafak Partisi’nin tarihi bir karar ile “suç örgütü’ olduğu kararı açıklandıktan sonra “başardın oğlum” diyerek haykırması sosyal medyada çokça paylaşıldı ve Fyssa’nın uzun mücadelesini gözler önüne serdi. Duruşma öncesinde adliyenin önünde 15 binden fazla kişi partiye karşı toplandı. Adliyenin önünde toplananlar ise “Pavlos yaşıyor” sloganları atarak Fyssa’yı ve Altın Şafak’a karşı mücadeleyi destekledi.

Moira Lavelle’nin the Wire dergisinde belirttiğini gibi avukatlar, şiddetin örgütün en tepesinden Nazi ideolojisiyle yapıldığını kanıtladı. Bu çarşamba günü diğer cezalar ile birlikte Fissas’ı bıçakla öldüren Altın Şafak üyesi Yorgos Rupakias’a ise oy birliğiyle ömür boyu hapis cezası verildi.

Bu karar, 2008 ekonomik krizinden sonra yükselişe geçen, göçmenlere, ırkçılık karşıtı, LGBTQ aktivistlere, sendikacılara saldırıları ve üyelerinin Nazileri öven açıklamalarıyla bilinen Altın Şafak için önemli bir darbe oldu. Partinin suç örgütü olduğu kararının halihazırda azalmış desteğinin daha da düşüreceği düşünülüyor.

Okuma Listesi

Atlantic, How to Beat the Nazis in 2020 https://www.theatlantic.com/international/archive/2020/10/golden-dawn-greece-far-right/616642/

Neo-fascist Golden Dawn party crashes out of Greek parliament

https://www.aljazeera.com/news/2019/7/8/neo-fascist-golden-dawn-party-crashes-out-of-greek-parliament

Greece’s Nazi Golden Dawn Has Finally Been Ruled a Criminal Organisation

https://thewire.in/world/greeces-nazi-golden-dawn-has-finally-been-ruled-a-criminal-organisation

Why did Golden Dawn’s neo-Nazi leaders get away with it for so long?
Daniel Trilling

https://www.theguardian.com/commentisfree/2020/oct/08/golden-dawn-neo-nazi-violence-greece-political-class

Golden Dawn: the rise and fall of Greece’s neo-Nazis

https://www.theguardian.com/news/2020/mar/03/golden-dawn-the-rise-and-fall-of-greece-neo-nazi-trial

‘Their ideas had no place here’: how Crete kicked out Golden Dawn

https://www.theguardian.com/cities/2018/dec/03/their-ideas-had-no-place-here-how-crete-kicked-out-golden-dawn

Siyah Kadınları Okumak: Claudia Rankine

George Floyd’un ölümünden sonra başlayan yeni dalga Siyah Hayatları Önemlidir protestoları ile birlikte kurumsal ırkçılık, ırk, sömürgeciliğin mirası, sosyal adalet, polis şiddeti, cinsiyetçilik ve kesişimsellik [1] kavramları üzerine artan bir tartışma başladı.

George Floyd “nefes alamıyorum” derken öldürülen ilk siyah Amerikalı değildi. Bitmeyen bir döngü içinde gerçekleşen bu ölüm ve niceleri öfkeyi ve dayanışmayı hakim kıldı ve kılmaya devam ediyor. Bu süreci ve kavramları anlamak için siyah kadın yazarları okumak gerekiyor.

Son zamanlarda artan protestolar ile birlikte siyah yazarları ve ırkçılığı anlatan kitapları okuma çağrıları ve okuma listeleri yapıldı. Bunların içinden James Baldwin’in eserleri, Reni Eddo-Lodge’un “Neden Artık Beyazlarla Irkçılık Üzerine Konuşmuyorum” (Why I’m No Longer Talking to White People About Race) kitabı, Angie Thomas’un “Verdiğin Nefret” (The Hate U Give) romanı gibi kadın yazarların kitapları öne çıktı.

Claudia Rankine siyah olma, siyah bir kadın olma durumunu, ırkı ve ırkçılığı, en iyi anlatan kadın yazar ve akademisyenlerden biri. Daha çok şiirleri, zaman zaman oyunları ve gazete köşelerinde yazdığı günlük ırkçılık hikayeleri ile tanınıyor.

Ben Rankine ile 2015 yılında 9 kişinin hayatını kaybettiği Charleston, Güney Carolina siyahi kiliseye düzenlenen saldırıdan sonra New York Times’da ele aldığı yazı sayesinde tanıştım [2]. O yazısında siyah olma halinin sürekli yasta olmak olduğunu söylemiş ve siyah kadınların hikayelerini anlatmıştı. Yazının şu bölümü özellikle çarpıcıydı:

“Sadece siyah olduğunuz için öldürülebileceğinizi bilmenin günlük zorluğunu kopyalayabilecek gerçek bir empati hali yok: eliniz ceplerinde olduğu için değil, müzik çaldığı için, ani hareket yaptığınız için, arabanızı sürdüğünüz, gece yürüdüğünüz, şu caddeye, o binaya girdiğiniz için değil… “

Rankine bu yazısında “Siyah Hayatları Önemlidir” hareketinin belki de en iyi tanımlarından birini öne sürüyordu. Ona göre siyah hayatlar güvencesizlik içinde yaşamaya devam ettikçe, bu hareket yas tutmaya devam edecekti. Yas tutarak unutmayı engelleyecekti.

Vatandaş

Bu videoda Rankine kitabından bir bölüm okuyor.

Rankine Vatandaş (Citizen) olarak bilinen Citizen: An American Lyric şiir kitabında kendi tecrübelerinden başlayıp, başka siyah (ve bazen beyaz) hayatları da bir araya getirerek uzun bir şiir yazıyor. Kitabın ilk bölümlerinde, isim verilmeden anlatılan bir okul hikayesinde “bilinçsiz ırkçılığın” ne olduğunu gösteriyor:

“O bir istek yapmadığı sürece konuşmuyorsunuz ve daha sonra sana güzel koktuğunu ve yüz hatlarının beyaz bir insanınkine benzediğini söylüyor. Sen onun senden kopya çekmesine izin verdiğin için teşekkür ettiğini ve neredeyse beyaz bir insandan kopya çektiği için daha iyi hissettiğini düşünüyorsun.”

Bir çok ödül alan bu kitap farklı vakalarla siyah karşıtı ırkçılığın Amerikan kültüründe nasıl var olduğunu gözler önüne seriyor. Rankine kitabının adını Vatandaş koymasının nedeninin toplumda kimin o statüye sahip olduğuyla ilgili bir soru sormak olduğunu söylüyor. Vatandaş Serena Williams’ın [3] maruz kaldığı ırkçılık ve cinsiyetçiliği, Trayvon Martin’in ölümü, daha çok yoksul ve siyahların etkilendiği Katrina Kasırgası sonrası yaşanan hükümet ilgisizliğini ve farklı seslerin tanıklığını bir araya getiriyor.

Beyazlığı Yeniden Düşünmek

Şiir kitapları ve akademik çalışmaları Rankine’in gerçek bir değişimin gerçekleşmesi için beyazlığın anlaşılması gerektiğini gösteriyor. Rankine bir söyleşisinde beyazlığın hakimiyetini sürdürmesi için merkezileştirildiğini, paranoyasını, şiddetini ve öfkesini hiçbir zaman sorgulamadığını söylüyor. Ona göre bu döngü aynı şekilde yıllardır işliyor.

Rankine son yıllarda beyazlığın ve beyaz ayrıcalığının anlaşılmasına odaklanıyor. Yale Üniversitesinde Beyazlığın İnşası dersini veriyor [4] ve yazılarında beyazlığı anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Geçtiğimiz sene New York Times’da çok ses getiren “Beyaz Erkekler Ayrılacakları Hakkında Ne Düşünüyor” teması altında bir yazı kaleme aldı. Bu yazıdan ve o yazıya gelen tepkilerden de yola çıkarak “Yardım” isimli bir tiyatro oyunu yazdı. Rankine o yazısında ve oyunda Business Class sıralarında siyah bir kadının beyaz erkeklerle gerçekleşen karşılaşmalarını anlatıyor. Rakine yolculuk sırasında onlara kendi ayrıcalıkları hakkında ne düşündüğünü soruyor ve onların ayrıcalığını zaman zaman ekonomik duurm ile bağdaştırdığını, sorumluluk hissetmediklerini ve göremediğini açığa çıkarıyor.

Siyah Kadınları Okumak

Rankine bir mülakatında “siyasi ve sosyal dünyamın dinamiklerini içermeyen özel bir dünya yok” demişti ve o dünyayı eserlerinde görmek mümkün. Rankine, kurumsal gücün, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin dinamiklerini, ayrıcalığı en iyi anlatan yazarlardan biri. Yazılarında kaybedilmemesi gereken hayatları, ve beyazlık çalışmaları özellikle görünmeyen ırkçılığın nasıl işlediğini gösteriyor. Siyah olma, ve siyah kadın olma durumunu anlamak için siyah kadın yazarları daha da okumak ve tanımak gerekiyor. Umarım onu ve yazılarını daha çok görebiliriz.

Notlar

[1] Kimberlé Crenshaw’ın geliştirdiği kesişimsellik kavramı “siyah kadınların deneyimlerini şekillendirirken, ırk ve cinsiyetin birbiriyle etkileşime girdiği” şekilleri inceliyor. Crenshaw’ın bu konuyu ele aldığı bir yazının Gizdem Akdur tarafından çevirisi okunabilir.

[2] Rankine’in bu yazısı New York Times’ın internet sitesinden okunabilir ya da dinlenebilir.

[3] Rankine kitabın yayınlanmasından sonra New York Times Magazine’de Williams ile bir mülakat yapıyor.

[4] Rankine’in birkaç hafta önce beyazlığı tartıştığı bir mülakat.

Onlyherstory: “Sıradan” Kadınların Hikayesini Anlatmak

Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu

Onlyherstory (Sadece Onun Hikayesi) Instagram sayfası aracılığı ile Türkiye’deki “sıradan” olarak nitelendiren fakat mücadele ile dolu olan kadınların hayat hikayelerini takipçilerine aktarıyor.

Bugüne kadar fotoğraflar ile birlikte yetmişi aşkın kadının hikayesini aktardı.

Sayfanın kurucularından proje koordinatörü ve yaratıcı yazarlık çalışmaları alanında çalışmalarını yürüten Derya Atlas ile konuştuk.

Onlyherstory sayfanız aracılığı ile Türkiye’de hayatlarımıza dokunmuş kadınların hikayelerini anlatıyorsunuz. Bu projeye ne zaman, nasıl başladınız ? Bu sayfayı kurma fikri nasıl oluştu ?

Ablam Duygu bize arada sırada eski aile fotoğrafları yollamayı çok sever, aile arşivinin çoğu da ondadır. Bundan iki sene önce durgun bir yaz günü anneannemizin fotoğraflarına bakarken “Niye bunları hikayeleştirip paylaşmıyoruz ki?” dedi. Biz, erken yaşta babasını kaybetmiş ve hayatında erkek figürü olmayan çocuklar olarak hep kadınların arasında, genelde bir mutfak masasının etrafında onların hikayelerini, hayatlarını dinleyerek büyüdük. Onlar belki bazıları için “sıradan” olabilirdi ama bizim hayatımıza damga vurmuş kadınlardı. Tez canlılıkla bir Instagram hesabı açtık ve kendi aile kadınlarımızın ağzından onların hikayelerini anlatmaya başladık.

Bu sayfa aracılığı ile “sıradan” olan hayatların aslında ne kadar sıradan olmadığını ve farklı mücadeleler ile şekillendiğini gösteriyorsunuz. Başladığınızda sitedeki içerik ile ilgili düşünceleriniz-planlarınız nelerdi, ilk hikayenizi nasıl yazdınız ve zamanla gelen hikayelerle sayfanız nasıl şekillendi ?

Amacımız hayatımızdaki kadınlardan başlayarak onlara başrol verip seslerini geçmişten duyurabilmekti. Genelde erkeklerin hikayelerinde yan karakter olan ve belli rollerde konumlandırılan tiplemelerin çok ötesinde, girift hikayelerimiz var bizim. İlk hikayemizin başrolü anneannemiz Kâmuran hep güçlü duran, biraz da vakur bir karakterdi fakat hayatının erken dönemini şekillendiren üstü örtülü bir erkek şiddeti vardı. Projemizin ana görseli olarak da kullandığımız Kâmuran’ın hülyalı güzelliği ve Mona Lisa-vari kriptik gülüşünün ardında bir hikaye olduğunu sezebiliyorsunuz. Zamanla, bize sevgili okurlarımızdan gelen her anlatıyla birlikte daha keskin tarihi dönemlere, kimliklere ve deneyimlere bakabilme şansımız oldu. Bu açıdan daha birbirleriyle kesişen ve kapsayıcı hikayeler anlatabiliyoruz artık.

Hikayelerin kadınların sesiyle yazılmış olması aktarımı eşsiz kılan özelliklerinden biri. Size hikayeler nasıl yollanıyor ve yazma sürecini nasıl gerçekleştiriyorsunuz ?

Hikayeler bize okurlarımız tarafından Instagram veya e-posta üzerinden yollanıyor. Geliş sırasına göre oluşturduğumuz epey kabarık bir yayın listemiz var. Bazıları bütüncül bir hikaye olarak geliyor, bu durumda zamanımızı hikayeyi düzenleme ve detaylandırmaya adıyoruz. Anlatı olarak aktarılanlarda ise düzenlemenin yanı sıra birinci ağızdan edebileştirerek yeniden yazım ve hikaye sahibiyle soru-cevap süreci daha yoğun ilerliyor.

Şu anda projeyi Duygu Atlas, Mesut Alp ve bendeniz yürütüyoruz. Biri tarihçi, biri arkeolog ve ikisi de usta hikaye anlatıcıları; bu sebeple her hikayeyi titizlikle, disiplinlerarası bir bağlamda inceliyoruz. En büyük önceliğimiz, ana akım medya ve kültürde yer bulmayan hikayeleri anlatmak ve etnisite, dil, din, yöre ayrımı gözetmemek, dolayısıyla olabildiğince çeşitli kadın deneyimleri anlatmak.

Sizce Türkiye’deki kadın hikayeleri birbirine nasıl bağlanıyor ? Bu hikayeleri aktarırken gördüğünüz benzerlikler ve farklılıklar neler ?

Kadın mücadelesi bu hikayelerin tam ortasında. Bir kere her kadının mücadelesi hep aleyhlerine işleyen ve onu bir gruba koymaya çalışan patriyarkal düzene karşı. Doğdukları dönem, yaşadıkları coğrafya, konuştukları dil ve sahip oldukları inançlara göre daha katmanlı mücadelelere dönüşüyor bu hikayeler. Daha kapsayıcı bir kadın dayanışması için tek tip değil, daha çok farklı kadın deneyimlerini konuşmaya ihtiyacımız var. Onlyherstory’nin ulaştığı kitlenin büyüklüğü ve çeşitliliği görünce bunu bir nebze başarabildiğimizi düşünüyoruz.

Sayfanızı gün geçtikçe daha çok kişi takip ediyor ve çok fazla yorum ve dayanışma mesajı alıyorsunuz. Hikayeleri hem Türkçe hem İngilizce anlatıyorsunuz, Türkiye’de ve Türkiye dışında nasıl bir geri bildirim aldınız ?

Hikayeleri Türkçe yazıyoruz, fakat Türkiye’de otuzu aşkın dil konuşuluyor, Kürtçe başta olmak üzere. Dilin önündeki engeli kaldırmak, anlatılan deneyimi de özgürleştiriyor. Bu yüzden ne kadar fazla dilde yapabilirsek, o kadar çok kişiye ulaşmış oluyoruz. İngilizce anlatmamızın genel nedeni, Türkiyeli kadınların görünürlüğünü arttırmak. Ayrıca, üçümüz de yurtdışında yaşadığımız için gözbebeğimiz bu projeyi evrensel bir dil olan İngilizcede anlatabilmek bizim için çok önemli.

Bundan sonra sayfa ve hikayelerin aktarımı ile ilgili başka projeleriniz var mı ? Nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz ?

Çok yoğun iş tempolarımıza rağmen aklımız fikrimiz Onlyherstory’de. Daha çok vakit ayırıp projeyi büyütmeyi, daha çok hikaye yayınlamayı arzu ediyoruz. Yakında web sitemizi açacağız. Pandemi öncesi daha fiziksel planlarımız vardı, hatta Oxford Üniversitesi’nde bir “yaşamyazıcılığı” atölyesi yapacaktık. Bugünlerde projeyi nasıl kitaplaştırabileceğimiz üzerine kafa yoruyoruz. Genel olarak, projeye anlamlı bir fon bulmak, spesifik coğrafya veya konu odağında detaylı çalışmalar yapmak, sergi ve Youtube kanalı açmak gibi pek çok fikrimiz var. Fakat amacımız hep aynı: sesini duyuramamış kadınların hikayelerini geniş kitlelere duyurmak ve farkındalık yaratarak kadın dayanışmasını güçlendirmek.

Foreign Affairs: Kadın Siyasetçiler Saldırı Altında

Jamille Bigio ve Rachel Vogelstein, Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazılarında yükselen kadın aktivizmi, temsili ve kadın siyasetçilerin tecrübe ettiği şiddet dalgasını ele aldılar.
Görsel: Foreign Affairs

Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu

Fotoğrafın soldan tarafında gördüğünüz iki kadın siyasetçiden İngiltere’de İşçi Partisi Milletvekili Jo Cox ve Brezilya’da Rio de Janeiro Konseyi Üyesi ve insan hakları aktivisti Marielle Franco artık hayatta değil. İkisi de ülkelerinde artan kutuplaşma sürecinde, hedef gösterildikten sonra öldürüldüler.

Fotoğrafın sağ kısmındaki iki kadın siyasetçi; İngiltere’de Muhafazakâr Parti Milletvekili Caroline Spelman ve Ruanda’da devlet başkanlığı yarışına girmek için mücadele eden Diane Rwigara da hedef gösterilen kadın siyasetçiler arasında. İkisi de, farklı coğrafyalarda, benzer bir şekilde cinsel şiddete maruz kaldılar ve bir çok kadın siyasetçi gibi hala kalmaya devam ediyorlar.

Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi) Kadın ve Dış Politika Programından’dan Jamille Bigio ve Rachel Vogelstein’in, geçtiğimiz aylarda Foreign Affairs dergisinde yayınladıkları “Kadın Siyasetçiler Saldırı Altında” başlıklı yazısı da tam da bu şiddetin boyutlarını gözler önüne seriyor. Bigio ve Vogelstein, kadınların siyasete katılımının artmasıyla birlikte toplumsal cinsiyet temelli şiddetin de yükseldiğinin altını çiziyor.

Şiddetin çeşitli, ve özellikle çevrimiçi boyutlarını tartıştığımız bu günlerde, yazının öne çıkan bölümleri şöyle:

Son yıllarda yükselen kadın aktivizmi dalgası tüm dünyaya yayılmış durumda. Bu aktivzm kadının siyasetteki temsiline de yansıyor. 2018’de, Afganistan ve Irak’taki kadınlar, eşit haklar için mücadelelerini siyasi arenaya taşıdı ve parlamento seçimlerinde eşi görülmemiş sayıda kadın aday yarıştı. Kadınlar, Eylül 2019 itibarıyla, dünya genelindeki ulusal parlamentolardaki tüm koltukların yüzde 24’üne sahip oldu. Bu oran 20 yıl öncesinin neredeyse iki katına çıktı. ABD tarihinde ilk kez, kadınlar Temsilciler Meclisi ve Senato’daki koltukların yaklaşık yüzde 25’ini doldurdu.

Kadınlar hem sosyal medyada hem de sokakta, sistematik taciz ve ayrımcılığa karşı mücadele ediyor. Kadınlar, oy kullanma haklarını gerçekleştirirken bile erkeklerden dört kat daha fazla şiddete maruz kalıyor. Siyasetteki kadınlar orantısız bir şekilde çevrimiçi alanda hedef alınıyor ve sosyal medyada tacize uğruyor.

2019 yılında kadınlara yönelik siyasi amaçlı saldırılar dünyanın her bölgesinde rekor seviyeye ulaşmış durumda. 2016 yılında gerçekleştiren bir araştırmaya göre, 39 ülkedeki kadın politikacıların yüzde 82’si bir tür psikolojik şiddet, yüzde 44’ü ise şiddet içeren tehdit ile karşı karşıya kaldı.

Kadın temsili sadece bir adalet meselesi değil. Araştırmalar liderlikte cinsiyet çeşitliliğinin daha iyi yönetişimle ilişkili olduğunu gösteriyor. Kadınların siyasi ayrımları aşmakta daha başarılı olduğu gözlemleniyor. 2015 yılında ABD Senatosu hakkında gerçekleşen bir araştırmaya göre, kadın senatörler erkek meslektaşlarına göre daha sık partiler arasında çalışıyor. İsveç’teki Uppsala Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir çalışmanın gösterdiği gibi kadınların siyasete katılımı daha düşük bir iç savaş riski, ve daha az zorla kaybetme ve işkence gibi devletin faili olduğu siyasi şiddet olayları ile ilişkilendiriliyor.

Yazarlar, yazının başında isimlerini hatırlattığımız dört siyasetçinin hikayesini kadınların siyasete katıldıklarında yaşayabildiği şiddeti gözler önüne sermek ve kadına karşı tacizin cinsel ya da toplumsal cinsiyet odaklı olduğunu göstermek için anlatıyor. Verdikleri bir örnekte Ruanda’daki 2017 seçimleri sırasında tek kadın başkan adayı olan Diane Rwigara’nın sahte çıplak fotoğraflarının paylaşıldığını hatırlatıyor ve erkek siyasetçilerin daha çok meslekleri ile ilgili tacize maruz kalırken kadın siyasetçilerin daha çok fiziksel görünümleri ya da cinsel taciz ile karşılaştıklarının altını çiziyorlar.

Tacizciler ayrıca kadın politikacıların arkadaşlar ve ailelerini de tehdit ediyor. 2018’de gerçekleşen bir çalışmada, Bradford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, Birleşik Krallık’taki kadın parlamenterlerin yüzde 62’sinin bu tarz tehdit ile karşılaştığının altını çizdi. Erkeklerde ise bu oran sadece yüzde 6 da kaldı. Yine bir Birleşik Krallık örneğinde, geçen seçimde 7 kadın siyasetçi tecrübe ettikleri tacizden ötürü tekrar aday olmama kararı almıştı. Yazarların da altını çizdiği gibi, bu tarz şiddet kadınların her zaman siyasetten çekilmesine neden olmasa da etkin bir şekilde siyasette var olmasının önüne engeller koyuyor.

Jamille Bigio ve Rachel Vogelstein yazılarının son bölümünde devletlere, uluslararası kurumlara ve teknoloji firmalarına kadına karşı şiddeti durdurmaları için çağrıda bulunuyor. Bu durumu sona erdirmek için yapılan reformların yanında, onların etkili şekilde uygulanması ve şiddetin daha kapsamlı bir takibinin yapılması gerektiğini söylüyorlar.

Foreign Affairs dergisinin internet sayfasında yer alan yazının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Yemen’de Kadın Hakları ve DeGiSen Toplumsal Cinsiyet Rolleri

Suzy Madigan, Care Insights’da yayınlanan makalesinde Yemen’de 2015 yılında başlayan ve günümüze kadar devam eden çatışma sürecinin kadınların sadece güvenlik ve sağlıklarını değil, aynı zamanda güçlenmek için müzakere edebilecekleri siyasi alanları da etkilediğini söylüyor.
Fotoğraf: Yemenli Barış Aktivisti Muna Luqman, Birleşmiş Milletler

Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu

Doğu Akdeniz’deki tehlikeli gelişmeler, küresel pandeminin getirdiği toplumsal cinsiyet bazlı eşitsizlikler, ve kadınların karar alıcı pozisyonlarda olmasına duyulan ihtiyaç kadınların barış gündemini şekillendirmekte.

1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle platformumuzun koordinatörü ve sözcüsü Gülseren Onanç’ın belirttiği gibi kadının eşitlik mücadelesinin aynı zamanda barış mücadelesi olduğunu ve toplumsal cinsiyet eşitliği olmadan barışın olmayacağının altını çizmek istiyoruz.

Akademik araştırmalar ve sahadan gelen aktarımlar kadınların çatışmalardan eşitsiz olarak etkilendiklerini ve çatışmasızlığı ve pozitif bir barışı sağlamaktaki önemini vurguluyor.

CARE International’da Cinsiyet ve Koruma alanında çalışan Suzy Madigan, Care Insights’da yayınlanan Çatışmanın İçinde: Araştırmalar Yemen’de Kadın Hakları ve Değişen Toplumsal Cinsiyet Rolleri Hakkında Neler Gösteriyor isimli makalesinde Yemen’de 2015 yılında başlayan ve günümüze kadar devam eden çatışma sürecinin kadınların sadece güvenlik ve sağlıklarını değil, aynı zamanda güçlenmek için müzakere edebilecekleri siyasi alanları da etkilediğini söylüyor.

Yemen’deki çatışmalarda kadın ve erkeklerin farklı deneyimlerini inceleyen dört raporun çıktılarını tartışan makalenin öne çıkan bölümleri şöyle:

1.Toplumsal cinsiyet normlarının özellikle geçim kaynaklarıyla ilişkili değişimi

Yemen’de, CARE, GenCap ve Oxfam tarafından yapılan bir çalışma 2015 yılından beri çatışmaların tırmanmasından bu yana toplumsal cinsiyet rollerinde ve ilişkilerinde meydana gelen değişiklikleri tespit ediyor. 500’ün üzerinde hanede, odak grupları ve derinlemesine mülakat yöntemleri ile gerçekleşen araştırma,  siyası alanın kapatılması gibi kadın hakları üzerindeki olumsuz etkilerin toplumsal cinsiyet rollerinin daha uzun vadeli dönüşümü için potansiyel fırsatlar sunduğunu belgeliyor.

Lider ve aktivistlerin de yer aldığı görüşmelerin bulgularında kadınlar geleneksel olarak yalnızca erkekler tarafından işgal edilen ve genellikle geçim kaynaklarıyla bağlantılı rollere girdikçe, kadınların ekonomik güçlenmesi yalnızca krizin bir gerekliliği ve sonucu değil, aynı zamanda değişim için bir araç olduğu bulunuyor.  Fakat temel hizmetlerin sağlanamaması ve geçim şansı azaldıkça, kadınlar hem ev içi ve dışında sömürüye ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı daha savunmasız hale geliyor.

2. İnsani müdahaleler ve toplumsal cinsiyet adaleti

Oxfam’ın International Alert ile gerçekleştirdiği  Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Toplumsal Cinsiyet Adaleti Araştırması Yemen ve ötesine bakıldığında, kadına yönelik şiddeti azaltmak için cinsiyet eşitliğine odaklanmanın gerektiğine dikkat çekiyor.

Rapora göre kadınların tam katılımı, sadece müdahaleleri iyileştirmekle kalmayıp, aynı zamanda kırılgan ortamlarda olumlu demokratik sonuçlara yol açtığı görülüyor. Bu yüzden yazarlara göre kadın haklarının statüsü yalnızca krizle bağlantılı olarak değerlendirilmemeli, aynı zamanda krizin insani tepkisiyle birlikte ele alınmalı, insani müdahaleler, toplumsal cinsiyet adaleti için bir fırsat olarak görülmeli ve programların tasarımı ve uygulanması boyunca kadınların anlamlı katılımını sağlamalı.

Taahhütler alkışa değer olsa da eylemler daha çok övgü hak ediyor.  Bu rapor, insani yardım görevlilerinin gerçekten toplumsal cinsiyete ve çatışmaya duyarlı müdahalelere ulaşmaları için, zahmetli olsa da, toplumsal cinsiyet ve çatışma analizleriyle bilgilendirilmeleri gerektiğini gösteriyor.  Burada bağışçılar, bunun için gerekli ek kapasiteyi tanıyarak yardımcı olabilirler.

3. Kadınların her düzeyde katılımını teşvik etmek

Saferworld ve Oxfam  Beklemeyeceğiz: Kadınlar Yemen’de Barış İçin Çabalıyor raporlarında kadınların her düzeyde katılımının altını çiziyor. Yemen’de olduğu gibi, kadınların yerel düzeyde katılımı bir kez tehlikeye atıldığında, ulusal ve uluslararası düzeylerde katılım da tehlikeye giriyor.  Yemen’de  kadınların barış sürecinden dışlanması, onların Yemen’in geleceğini şekillendirmesini engelliyor.

Yazarlar, yerel düzeyde barış inşası ile uğraşanlar da dahil olmak üzere Yemenli kadın örgütleri için daha fazla destek olmadan kadın haklarının ihlalinin daha da sağlamlaştırılacağını savunuyor. Bu nedenle destek, eylemcilerin artan görünürlüğününden ötürü gelen riskleri yönetmek için finansal, politik, diplomatik ve kapsayıcı koruma mekanizmalarını içererek bütüncül olmalı.

4.Kadınların barışa çeşitli katkıları

“Bugünlerde kadınlar her şeyi yapıyor” raporu ise Yemen’de kadınların hem çatışmaya hem de barışın inşasına katılımına ilişkin algı ile gerçeklik arasındaki boşluğun ana hatlarını çiziyor. Kadınlar, Saferworld, CARPO ve YPC’nin bu raporunun gösterildiği gibi homojen bir grup değil. Bazı bölgelerde kadınların barışa kendi katkılarına ilişkin algıları arasında savaşçılara yiyecek sağlamada destek olmak, yaralıları tedavi etmek, silah kaçakçılığı yapmak ve hatta az sayıda vakada silahlanmak yer alıyor.

Polonya’da LGBTİ Bireylere Artan Saldırılar Kıskacında BarıS ve Güvenlik Gündemi

Photo by Markus Spiske on Pexels.com


Polonya’daki süreci ve barış ve güvenlik gündemi ile ilişkisini anlamak için Kadın Barış İnşacıları Küresel Ağı’ndan (GNWP) Agnieszka-Fal Dutra Santos’un “Haklar Olmadan Barış Olmaz: Polonya’da LGBTQ Bireylere Karşı Ayrımcılık Kadın, Barış ve Güvenlik Gündemi (WPS Gündemi) Yükümlülüklerinin Uygulanmasının Önüne Bariyer Koyuyor” isimli yazısını Begüm Zorlu Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu için Türkçeye çevirdi.

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasına karşı protestolar büyürken bir yandan Polonya’da da benzer bir mobilizasyon yaşanmaktaydı. Polonya hükümetinin İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini açıklamasından sonra binlerce protestocu sokaklara dökülmüş, birçok aktivist gözaltına alınmıştı.


London School of Economics (LSE) bünyesindeki Kadın, Barış ve Güvenlik Merkezi’nin blog sayfasında yayınlanan bu yazının orjinaline bu linkten erişebilirsiniz. Yazıda verilen atıfları orijinal linkte bulabilirsiniz.

Polonya’da LGBTİ Bireylere Artan Saldırılar Kıskacında Barış ve Güvenlik Gündemi

Agnieszka-Fal Dutra Santos

Polonya’da LGBTQ haklarının gerilemesi

2020 yılının Haziran ayında, başkanlık seçimlerinin ilk turundan sadece birkaç gün önce, sol görüşlü Polonya medyası genç bir eşcinsel birey olan Michał’ın intihar ettiğini bildirdi. Michał’ın ailesinin homofobiye atfettiği ölüm, münferit bir olay olmak yerine daha derin bir akımın parçası. Varşova Üniversitesi Önyargı Araştırma Merkezi’nin, Homofobi Karşıtı Kampanya (KPH), Lambda Varşova Derneği ve Trans-Fuzja Vakfı ile ortaklaşa yürüttüğü bir araştırmaya göre, Polonya’daki LGBTQ bireylerin yaklaşık% 50’sinin intihar düşünceleri barındırıyor. Bu oran genel nüfus içinde % 1.

LGBTQ bireyler nefret ve şiddet dalgasıyla karşı karşıya kalıyor: 2015-2016 yılları arasında en az % 70’i bir tür şiddetle karşılaştı. Ancak homofobik şiddete maruz kalanların% 4’ten azı bunu polise bildirdi. LGBTQ kişilerin ortalama% 14’ü cinsel şiddete maruz kaldı, bu oran aseksüel ve trans kişiler ve biseksüel kadınlar arasında daha da yüksekti (% 20).

LGBTQ bireylere yönelik şiddet, daha geniş olarak azınlıklara yönelik yetersiz yasal koruma, homofobi ve transfobinin artan kurumsallaşması bağlamında gerçekleşiyor. Polonya İnsan Hakları Komiseri ‘ne göre, heteronormatif olmayan kişilerin kamuoyu tarafından kabulü 2019 yılında azaldı. Bu düşüş, Polonya’da 2015 yılından beri artan, “bazı politikacılar ve medya şahsiyetleri tarafından tekrarlanan ve güçlendirilen” nefret söylemi, homofobik, transfobik retorikteki ve göçmenlere, ırksal, etnik azınlıklara, LGBTQ bireylere yönelik nefret söylemindeki artış ile bağlantılı.

Polonya yasaları bu tür saldırılara karşı yeterli koruma sağlamıyor. İnsan Hakları Komiseri, 2019’da, Polonya içtihat hukukunda LGBTQ kişilerin yasal korunmasının “yavaş ilerleme” kaydettiğini belirtti. Ayrıca, bu ilerleme, son politik ve yasama eğilimleri tarafından tersine çevrilmemişse de, zayıflatıldı.

2019 yılının Haziran ayında, uzun bir yasal mücadelenin ardından, Anayasa Mahkemesi, LGBTQ hakları kuruluşuna hizmet vermeyi reddeden matbaa dükkanı vakasında, hizmet verenlerin “sağlam bir nedeni” olmadan hizmet vermemeyi, ve cinsiyet, etnik köken, cinsel yönelim ve kimliğine dayalı ayrımcılığı yasaklayan Polonya Kabahatler Kanunu’nun 138. maddesini anayasaya aykırı buldu. Buna ek olarak, Polonya belediyeleri, 2019 yılının başından bu yana, kendilerini “cinsiyet ve LGBT ideolojisinden arınmış bölgeler” olarak deklare eden kararları hayata geçirdi. Haziran 2020 itibariyle, Polonya’daki 104 şehir, belediye ve voyvodalık (en büyük idari bölüm) bu tür kararları kabul etti. Böylece, Polonya’nın yaklaşık% 30’unu “LGBT’siz bölge” haline getirdi. Bu kararlar, LGBTQ haklarını geliştirmeyi hedefleyen herhangi bir eyleme karşı çıkmayı vadetti ve yerel konseyleri, ulusal parlamentoyu ve hükümeti “eşcinsel yapıdaki örgütlerin finansmanının kaynaklarını ve yöntemlerini kontrol etmeye” çağırdı.

2020 yılının Temmuz ayında, bu kararlardan ikisi, LGBTQ hakları örgütlerinin yaptığı bir kampanya ve Polonya İnsan Hakları Komiseri’nin müdahalesi sonrasında iptal edildi. Fakat, Polonya Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan “Aile Şartı’nda” da açıkça görüldüğü gibi Polonya’da LGBTQ haklarının korunmasında tehlikeli bir eğilimi temsil ediyorlar. “Aile Şartı” eşcinsel evliliğe, çocukların eşcinsel çiftler tarafından evlat edinilmesine karşı çıkma taahhüdünü içeriyor ve “LGBT ideolojisinin kamu kurumlarında teşvik edilmesini” yasaklıyor.

Polonya’daki homofobi ve transfobi, cinsiyet eşitliğine karşı daha geniş bir hareket bağlamında da konumlandırılabiliyor ve bu da kadın haklarının tehdit altında olduğu bir ortam yaratıyor. Ülkedeki homofobik ve transfobik yasaların çoğalması, kadın hakları ve cinsiyet eşitliğine zarar veren diğer yasal ve politika değişiklikleri ile birlikte gerçekleşti. Bu endişe verici gelişmeler – Polonya’nın kürtaj yasasını (halihazırda Avrupa’daki en muhafazakar yasalar arasında) daha da sıkılaştırma girişimleri, ya da kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve mücadele eden İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı– LGBTQ haklarına karşı kampanya gerçekleştiren aynı aşırı sağ gruplar tarafından yürütüldü.

Homofobinin kurumsallaşması ve Polonya’nın Kadın, Barış ve Güvenlik (WPS) Yükümlülükleri

Polonya’da homofobi ve transfobinin kurumsallaşması Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin uygulanması bağlamında ne ifade ediyor?

Polonya, Kadın, Barış ve Güvenlik ile ilgili, 2018-2021 dönemi için ilk Ulusal Eylem Planını (UEP) 2018’de kabul etti. UEP, bölgedekilerin çoğu gibi, öncelikle kadınların silahlı kuvvetlere katılımına ve Polonya’nın dış politikasına odaklanıyor. Dört ana dayanaktan oluşuyor:

  1. Kadınların çatışmanın önlenmesi ve barışın korunmasına anlamlı katılımı;
  2. Polonya insani yardım ve kalkınma yardımı yoluyla Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin uygulanması;
  3. Çatışmalara bağlı cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet mağdurlarının korunması ve desteklenmesi; ve
  4. Polonya’da ve uluslararası işbirliği yoluyla Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin teşvik edilmesi ve geliştirilmesi.

UEP, LGBTQ topluluğundan veya haklarından doğrudan bahsetmiyor. Öte yandan, UEP’deki ana hedef gruplar –kadınlar ve çatışmalara bağlı cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet mağdurları- lezbiyen, biseksüel ve trans kadınları kapsayabilir. Bununla birlikte, LGBTQ kişilere yönelik nefret söyleminin ve şiddetin artan yaygınlığı, meşrulaştırılması ve kurumsallaşması, dört temelin da anlamlı bir şekilde uygulanmasını engelleyen bir ayrımcılık iklimi yaratmaktadır.

Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin destekçileri ve yürütücüleri arasında, taahhütlerin uygulanmasının daha geniş bir ayrımcılık yapmama ilkesine dayandırılması ihtiyacına dair artan bir kabul var. Başka bir yerde tartıştığım gibi, Kadın, Barış ve Güvenlik hedefleri – hem dış yardım ve politikaya, hem de iç meselelere odaklanan- ancak yapısal cinsiyet eşitsizlikleriyle mücadele edilirse gerçekleştirilebilir. Bu nedenle kararlar, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) tarafından belirlenen daha geniş normatif çerçeve bağlamında yorumlanmalıdır.

CEDAW Komitesi, 28 numaralı Genel Tavsiye Kararında, “kadınların cinsiyet ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa maruz kalmasının ırk, etnik köken, din ya da inanç, sağlık, sosyal statü, yaş, sınıf, kast ve cinsel yönelim ile cinsel kimlik gibi kadınları etkileyen diğer faktörlerle de ayrılmaz bir şekilde bağlantılı” olduğunu kabul etti ve taraf devletlere “bu tür kesişen ayrımcılık biçimlerini ve bunların ilgili kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerini yasal olarak tanımaları ve yasaklamaları” çağrısında bulundu. Bu bağlamda, LGBTQ topluluğuna yönelik ayrımcılığın ele alınması, Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin uygulanması için zorunlu hale gelmiş durumda.

Birinci Dayanak: Katılım

Polonya’nın Ulusal Eylem Planı, kadınların anlamlı katılımını gerçekleştirmek için daha geniş kapsamlı bir ayrımcılık yapmama ilkesinin önemini bir dereceye kadar kabul etmektedir.

Birinci dayanak altındaki hedeflerden biri, “eşit muamele politikalarının (ayrımcılık karşıtı) uygulanmasını amaçlayan bir yasal çerçeve ve uygulamalar” oluşturmak ve uygulamaktır. Bu hedefteki ilerleme, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri gibi kadınlara karşı diğer ayrımcılık türlerini ele alma yükümlülüğünü içeren “CEDAW’ın uygulanmasında Polonya kurumları tarafından kaydedilen ilerleme” olarak tanımlanmaktadır.

Bunu teyit eden CEDAW Komitesi, Kasım 2014’te Polonya’nın birleşik yedinci ve sekizinci periyodik raporlarına ilişkin Sonuç Gözlemlerinde, “Roman, lezbiyen, biseksüel, transseksüel, interseks ve engelli kadınlara karşı olumsuz klişelere karşı koyma önlemlerinin eğer varsa bile sınırlı etkililiğine” dikkat çekti. Polonya’nın İnsan Hakları Komiseri’nin raporlarının da kanıtladığı gibi, son gelişmeler durumu iyileştirmekten çok daha da kötüleştirdi. Ayrımcılık iklimi, lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların barış ve güvenliği içeren karar alma süreçlerine ve Polonya’nın güvenlik güçlerine katılma imkanlarını da, nefret söylemi veya şiddet riski barındırdığı için engelleyebiliyor. Bu, UEP’nin “kadınların çatışmayı önleme ve barışı korumaya anlamlı katılımı” konusundaki ilk dayanağı altındaki temel hedeflerin uygulanmasına mâni oluyor.

İkinci Dayanak: İnsani Yardım ve Kalkınma Yardımı

UEP’nin ikinci dayanağı, Polonya’nın insani yardım ve kalkınma yardımı yoluyla WPS gündemini uygulamayı amaçlamaktadır. Bu, diğer şeylerin yanı sıra, çatışmaya bağlı cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet mağdurlarına yönelik destek ve koruma yoluyla sağlanacaktır.

Çatışma durumlarında, “homofobik önyargının, genellikle erkeklerin cinsel şiddeti hedeflemesinin bir açıklaması olarak gösterildiğinden” ötürü , homofobik politikalar ve uygulamalar, Polonya’nın bu tür şiddeti etkili bir şekilde önleyebilmesini, tepki gösterebilmesini ve böylece UEP’nin ikinci dayanağının gerçekleşmesini engelleyebilir.

Üçüncü Dayanak: Kurtulanları Desteklemek

Ulusal Eylem Planı bir yandan da, “Polonya’ya uluslararası koruma için başvuran çatışmayla bağlantılı cinsel şiddet mağdurlarına destek vermeyi” de amaçlamaktadır.

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli haklı gerekçelere dayanan adli takibat korkusu, Polonya’da sığınma hakkı elde etmek için yeterli bir temel olabilir. Diğer taraftan, uygulamada “cinsel yönelimlerine ve cinsiyet kimliğine dayalı olarak uluslararası koruma için meşru iddialarda bulunan yabancıların reddedilmesi ve sınır dışı edilmesi” vakaları gerçekleşmiştir. Ayrıca, LGBTQ sığınmacılara karşı şiddeti önleyecek herhangi bir önlem yoktur. Bu nedenle, Polonya’da uluslararası koruma için başvuran, çatışmaya bağlı cinsel şiddetten kurtulan LGBTQ mağdurlarının yeterli destek almaları pek mümkün değildir ve Polonya’da bir kez daha başka ihlallerin hedefi haline gelebilirler.

Dördüncü Dayanak: Uluslararası Dayanışma

Son olarak, UEP ayrıca Polonya’nın “uluslararası forumlarda çatışmayla ilişkili cinsel şiddet eylemlerinde faillerin etkinliğini artırmak ve hesap verebilirliğini artırmak için çabalamasını” taahhüt etmektedir. Polonya’nın söylemi ve uluslararası forumlara katkıları, yükselen kurumsallaşmış homofobi de dahil olmak üzere, ülkedeki siyasi iklimle de renkleniyor. Bu, ülkenin cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten hesap verebilirliği sağlamaya yönelik etkili bir şekilde çalışma yeteneğini zayıflatıyor. .

Ekim 2019’da, Avrupa Parlamentosu’nun Polonya Üyeleri, Uganda’daki LGBTQ kişilere yönelik baskıları kınayan bir karar üzerinde çekimser kaldı. Karar, Uganda’daki eşcinsel kişilere yönelik ölüm cezası ve çatışmayla bağlantılı cinsel şiddet eylemleri dahil olmak üzere, devletin zorunlu kıldığı zulme odaklanıyordu. Bu endişe verici karar ülkedeki homofobinin Polonya’nın dış politikasına sızdığına ve dolayısıyla onun dış politikasına ve Kadın, Barış, Güvenlik taahhütlerini yerine getirme yeteneğine zarar verdiğine işaret etmektedir.

WPS kararları kapsamındaki yükümlülüklerini etkin bir şekilde yerine getirmek için Polonya, LGBTQ vatandaşlarına etkili koruma sağlamalıdır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1325 sayılı Kararının 20. Yıldönümüne yaklaşırken, WPS topluluğu homofobi ve transfobinin, gündemin uygulanmasındaki etkileri konusunda sessiz kalmamalıdır. Tersine, kadınlar, barış, güvenlik ile ilgili konuşmayı genişletmek için bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Bu, “varsayılan cinsiyet temelli olarak iki kategoriyi içeren dar bir odaktan, ikili varsayımı çürüten feminist bir proje olarak cinsiyete daha geniş bir odaklanan bir kategoriye geçmek” anlamına gelir.

Bu aynı zamanda, yerel politikaların – ve özellikle azınlıklara yönelik davranış biçimlerinin – Kadın, Barış, Güvenlik yükümlülükleri üzerinde – Polonya’da ve başka yerlerde – derin bir etkiye sahip olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Barış, savaş yokluğundan daha fazlasıdır – kapsayıcı kurumlar, adalete erişim ve herkes için güvenlik gerektirir. Çatışmayı önlemek ve Kadın, Barış, Güvenlik gündeminin temel amacı olan cinsiyete duyarlı bir barış için çalışmak, çatışma ve güvensizliğin daha derin, yapısal kaynaklarının ele alınmasını gerekli kılar. Bu, en önemlisi, marjinalleştirme, ayrımcılık ve LGBTQ kişilere yönelik şiddeti içerir.

Kamuflaj: Otizmli Kadınların Gizli YaSamları

Eşitlik Adalet Kadın Platformu

“Sen sadece biraz utangaçsın” ya da “matematikte otizmli olamayacak kadar kötüsün” teşhis edilmeyen otizmli kadınların duyduğu pek çok şeyden biriydi. Otizm uzun süredir bir “erkek” konusu olarak düşünülmekteydi ve genellikle sosyal etkileşim üzerine odaklanan teşhis süreci geçerliydi. Biz de haftalık SES toplantımızda otizmin hep bir çocuk sorunu olarak da düşünüldüğünü hatırladık. Otizmli kadınlar neler hisseder, sorunları neler hakkında bir tartışmanın hep aksatıldığını gözlemledik.

Geçen sene Guardian gazetesinde yayınlanan bir haberde ise otizm çalışmalarında daha çok erkeklere odaklanıldığının altı çizilmişti. Yakın geçmişte, otizm spektrumunda kızlardan on kat daha fazla erkek olduğu düşünülüyordu. Fakat araştırmalar ve görünürlük durumun böyle olmadığını gösterdi. Son yıllarda otizmli kadınlar daha çok görünür olmaya başladı [1]. Kadınlarda ve kızlarda otizmin daha çok konuşulmasına neden olan anlardan biri ise iklim aktivisti Greta Thunberg’in ‘Asperger sendromunun’ olduğunu söylemesiydi [2]. Otizmi ile alay eden ve onu hedef gösterenlere bunun bir “süper güç” olduğunu söylemişti.

Instagram paylaşımılarında “aspiepower”, “neurodiverse” ve “npf” etiketleri kullanıldı ve daha çok hikaye açığa çıkmaya başladı, dayanışma ve diyalog ağları örüldü. Bunlardan biri ise New York’ta kurulan ve otizmli kadınların dayanışabileceği, “güvenli bir ev” olan Felicty House oldu. [3]

Maskeleme: Teşhis Sürecinde Zorluklar

Otizm spektrumdaki bireylerin bazıları yaşamları boyunca yardıma ve desteğe ihtiyaç duyabilirken, bazıları ilgi ve yeteneklerini kullanarak bağımsız bir yaşam kurabiliyor. İngiltere’de her 100 kişiden birinin otizmli olduğu tahmin ediliyor ve otizmli bireyler birbirinden çok ayrı ve farklı olabilselerde, genellikle “sosyal iletişim ve etkileşimde zorluk,” “tekrarlayan davranışlar, rutinler ve aktivitelerin” otizmin öne çıkan sinyalleri olabileceği kabul ediliyor. Otizmi olan kişilerin ise özel bir ilgi alanı olabiliyor ve ilgilendikleri konu hakkında “her şeyi” bilebiliyorlar.

Son yıllarda kadın ve otizm hakkında yayınlar ve farkındalık arttıkça teşhis sürecindeki zorlukların da altı çizilmeye başladı. İngiltere’nin önde gelen nörologlarından Francesca Happé, Psyche dergisinde otizmli kadınların kendi otistik olma durumlarını erkeklerden daha çok saklayabileceğinin altını çizen bir yazı kaleme aldı. Happé yazısında otizmli kadınlar ile gerçekleştirdiği mülakatlarda “maskelemenin” ana bir tema olduğunu gözlemledi.

Francesca Happé bu videoda kadınlar ve otizm konusunu da içeren genel bir sunum gerçekleştiriyor.

Doktora araştırmalarını kadın ve otizm üzerine yaptıktan sonra, birlikte çalıştığı kadınların deneyimlerini hayata geçirmek için illüstratör, Sophie Standing ile birlikte çalışan Dr. Sarah Bargiela, “Kamuflaj: Otizmli Kadınların Gizli Yaşamları” isimli bir çizgi roman yayınladı. Bargiela kitabında, teşhis edilme sürecinin neden uzun sürdüğünü ve kadınların neden “uyumlu olmaya” çalıştıklarını anlattı. Kitap otizmli kadınlarda uyumlu olmak ile birlikte gelen yalnızlığın yetişkin olduklarında onların nasıl etkilediğini gösterdi. Ayrıca, kendilerini kucaklamayı, topluluklarını genişletmeyi nasıl öğrendiklerini de samimi bir şekilde açığa çıkardı.

İkisinin de çalışmaları kadınların geç teşhisine ve dayanışma ağlarının önemine bakıyor. Bargiela’ya göre toplumun kız ve erkek çocuklarından beklentileri teşhis sürecini etkileyen ana meselelerden biri. Yaptığı çalışmalara göre, toplum, kız çocuklarının daha konuşkan ve iletişim kurması kolay bir şekilde davranmalarını bekliyor. Bu da, birçok otizmli kız çocuklarının akranlarının sosyal davranışlarını benimserken maskenin arkasında yaşamayı öğrendiğini gösteriyor. Bargiela’ya göre kendini saklamanın, akıl sağlığına da olumsuz etkisi oluyor ve otizmli kadınların kimlikleri konusunda güvensiz olabileceğini gösteriyor. Bu da onları depresif, yalnız ve uyumsuz hissettirebiliyor.

Francesca Happé de gerçekleştirdiği mülakatlarda otizmli kadınlardaki normal ve uyumlu olmak arzusunun varlığının altını çizip, bu yüzden de taklit, maskeleme tekniğinin kullanıldığını anlatıyor. Otizmli kız çocukları ve kadınlar okulda (ya da işyerinde) popüler buldukları bir kişiyi seçip onun kıyafetlerini, saç stilini konuşmasını hatta yürüyüşünü de taklit edebiliyor.

Bargiela gerçekleştirdiği mülakatlarında otizmli kadınların ilgi alanlarının peşinden gitmesinin onları daha huzurlu yaptığını görüyor ve kitabında da bunun altını çiziyor. Bu yüzden onların kendilerini anlaması ve tanımasının önemini vurguluyor.

Francesca Happé, Bargiela’ya benzer şekilde otizmli kişilerin değişmesi gerektiği söylemini sorunlu buluyor. Bu tarz söylemler ona göre kendini maskelemeyi ödüllendiriyor ve kendi otistik benliğinle barışık olmama durumuna vesile olabiliyor.

İkisinin de yazdıklarından çıkarabileceğimiz bir sonuç ise, eğer otizme karşı daha kapsayıcı ve pozitif bir alan açarsak, otizmli bireyler maskelerin ardına saklanmak zorunda kalmayacak. Happé’nin de altını çizdiği gibi, özellikle hayatının daha geç evresinde otizminin farkına varan kadınlar için dayanışma alanları ve başka otizmli kadınlarla tanışmak çok önemli.

[1] Son yıllarda ekranlarda otizmli karakterlerin başrolde olduğu prodüksiyonlar arttı. 2012 yılında yayınlanan Bridge (Köprü) dizisi de otizm spektrumda olduğu tahmin edilen bir kadını başrole taşımış, olumlu yorumlar almıştı. https://www.bbc.co.uk/news/disability-34995327

[2] Greta Thunberg’in annesi Melena Harman’ın son kitabı da otizm üzerine bir tartışma başlattı. Harman bu kitapta Greta’nın teşhis ve aktivizm öncesi yeme bozukluğunu, yalnızlığını ve mutsuzluğunu anlattı. Teşhis sonrası ve aktivizm ile birlikte Greta’nın pozitif değişiminin altını çizdi. 

Guardian’daki söyleşisinde ise teşhis ile birlikte rutinlerin anlaşılması ve yaratılmasının önemini anlatıyor. Stresli şeyleri bırakmanın, bağırmamanın ve sakin olmanın önemini açıklıyor.

[3] Vox dergisi Felicty House’ı anlatan bir yazı ele aldı.

Okuma ve Referans Listesi

Autistic Women & Nonbinary Network (AWN)

Camouflage: The Hidden Lives of Autistic Women 

Finding the female face of autism

Righting the gender imbalance in autism studies