Tag Archives: WPS

Kadın, Barış ve Güvenlik Merkezi’nden Elena B. Stavrevska ile Söyleşi

London School of Economics (LSE) bünyesindeki Kadın, Barış ve Güvenlik Merkezi’nden Dr. Elena B. Stavrevska savaş sonrası toplumlarda toplumsal cinsiyet, kesişimsellik, geçiş dönemi adaleti ve politik ekonomi üzerine akademik çalışmalarını yürütüyor.

Bu konulardaki makaleleri International Peacekeeping ve Civil Wars gibi uluslararası hakemli dergilerde yayınlandı. Geçtiğimiz sene editörlüğünü yaptığı Economies of Peace: Economy Formation Processes in Conflict-Affected Societies (Barışın Ekonomisi: Çatışmadan Etkilenmiş Toplumlarda Ekonomi Kuruluş Süreçleri) isimli kitabı Routledge’dan yayınlandı.

Teorik katkılarının yanı sıra, daha çok Bosna-Hersek ve Kolombiya vakalarına odaklanan çalışmaları kapsayıcılık ve barışın politik ekonomisi temalarını ele alıyor. 2016 yılında yayınlanan ortak yazarlı bir çalışmasında AB’nin sivil toplum örgütlerine desteğinin iç siyasete etkisini ve kurumun kendi çıkarlarıyla/normlarıyla ilişkisini inceliyor. 2018 yılında yayınlanan makalesinde çatışma sonrası toplumlarda mikro finansın kadınların eylemliliğindeki etkisini tartışıyor. Makalelerine Academiasayfasından erişilebiliyor.

Elena, geçtiğimiz hafta Sarah Kenny Werner ile birlikte Ülkeye Özgü BM Güvenlik Konseyi Kararlarının Dilinde Kadın, Barış ve Güvenlik Gündeminin Kaybolması başlığı altında kadın, barış ve güvenlik gündemine uyum üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Yazdıkları rapor üzerine konuştukları toplantıda akademik çalışmaları pratiğe çevirme vurgusunda bulundu. Biz de SES olarak, hem bu çalışmalarında öne çıkan konuları aktarmak, hem de kendi hikayesi, akademide kadın olmak üzerine kendisi ile mülakat gerçekleştirdik.

Begüm: Sanırım akademisyenlere sorulan ilk soru hep bu: araştırma konuna ve sürecine nasıl başladın?

Elena: Ben barış çalışmalarına galiba doğal olarak başladım. Yugoslavya parçalanmadan önce bugünün Sırbistan’ında doğdum. Biz ilk olarak Kosova’ya sonra da Makedonya’ya taşındık. Tüm aile federasyonun farklı bölgelerine dağıldı. Benim erken yaştaki siyasi anılarım bu çatışma ile ilgiliydi. İlk öldürülen askerlerden biri benim memleketimdendi. Herkes bu genç yaşta gerçekleşen ölümün ardından sokaklara çıkmış, yas tutmuştu. Çocukluğumdan beri insanların birbirlerini neden öldürdüğü sorusunu merak ettim. Özellikle onlarca yıl birbirini tanıyan insanlar, beraber yaşayan ve benzer yaşam tecrübeleri olan insanların… Bir insan başka bir insanı neden öldürür ? Buna halen bir cevabım yok çünkü günün sonunda bu psikolojik bir soru ama çıkış noktam çatışma süreçlerini ve sonra nasıl iyileşebileceğimizi anlamak oldu.

Toplumsal cinsiyet meselesi, hem sivil toplum örgütlerindeki çalışmalarımda hem de aktivist olarak da hep aklımdaydı. Ben hayatımda her şeyi yapabileceğime inanacak şekilde yetiştirildim. Anneannem okuma yazma bilmiyordu. Annem kendi köyünden üniversiteye giden ilk kadındı ve zamanında skandal olmuştu. Köydekiler ona karşı durdu, ve o zaman “üniversiteye gidiyorsa devamı gelir” zihniyetiyle düşündüler. Ben de nesiller boyu artan haklarımızın farkındalığı ile toplumsal cinsiyet ve sınıf konularına odaklandım. Ana çıkış noktam bu oldu. Kolombiya ve Bosna-Hersek dünyanın iki ucunda; barış anlaşmaları ise birbirinden çok farklı. Bosna-Hersek’in anlaşması dışlayıcıyken, Kolombiya’nınki ise kapsayıcı olduğu için çok fazla övgü aldı. Pratiğe geçirilmelerinde sorunlar olsa da bu iki uçtaki vakalar ile ilgilendim. Kapsayıcılık ve dışlayıcılık toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf ile de ilgili. Ben de bu noktalar ile yola çıktım.

Begüm: Son yıllarda hem Türkiye’de, hem de uluslararası kurumlarda, hem akademide kadın olmak üzerine bir tartışma başladı. Kadın akademisyenler sahada ve akademik kurumlarda kadın olmak üzerine kendi tecrübelerini paylaşmaya başladılar. Senin tecrübelerin bu konuda nasıldı ?

Elena: Evet, kadın olmak hem saha çalışmasında hem de akademik kurumlarda tecrübemi şekillendirdi. Kadın olmak saha çalışmasında sorulan soruları ve verilen cevapları etkiliyor. Bu konu ile ilgili yeni bir makale ele aldık. Kadın olmanın yanında nereden geldiğiniz, konuşulan diller, yaş ve sosyo-ekonomik durumunuz da karşı tarafın sizin hakkınızdaki algılarını belirliyor.

Benim tecrübelerimde Bosna’da “onlardan” ve “arkadaş ülkeden” olduğum için tehdit olarak görülmedim. Tanımadığım, bilmediğim insanlar tarafından yemeklere ve kahveye davet edildim. Bosna’daki saha çalışmamda bana çok kapı açıldı, orada beni arayıp doğru kişiyle konuşup konuşamadığımı kontrol edip, yardım edebilecekleri bir şey olup olmadığını hep kontrol ettiler. Kolombiya’da ise bu Mart ayında yerli kadınlar ile mülakatlar gerçekleştirdim. Yerli halk ile mülakat sürecinde gördüğüm şey ise tecrübelerinden ötürü araştırmacılara kuşku ile yaklaşabildikleriydi. Buna yurtdışından gelenler de dahil. Bu durumda kadın olmam başka kadınlarla mülakat yapabilmemde rol oynadı. Fakat bunun yanında beni kimin tanıştırdığı da önemliydi.

Akademide kadın olmayı anlatmak için (akademik çalışmaları için de öyle) daha demin de altını çizdiğim gibi kesişimselliği anlamamız gerekiyor. Kesişimsellik derken ırk, sınıf, ve kolonyalizmin etkilerini düşünmek gerekiyor. Çünkü ben sadece bir kadın değilim, ben göçmen bir kadınım, ana dili İngilizce olmayan bir kadınım ve belli bir geçmişten geliyorum. Batı akademisinde ise bu benim hakkımdaki beklentileri şekillendirdi. Mesela ben Balkanları çalışması gereken biri gibi algılandım, ya da eski Yugoslavya bölgesini… Bunun getirdiği sorun ise sanki sadece o konuyu bilebilecek biri gibi algılanmak oldu. Başka bir mesele ise Yugoslavya coğrafyasını tarafsız biri olarak ele alamayacak biri gibi düşünülmekti. Bir yandan en iyi bildiğiniz bölgeyi çalışmak için teşvik ediliyorsunuz, bir yandan da tarafsızlığınız hakkında sorgulanıyorsunuz. Ana akımda bu trend olsa bile şu an akademideki farklı, indirgemeci olmayan alanlar da büyüyor. Benim çalıştığım merkez de bu alanlardan biri.

Begüm: Akademik çalışmalarına dönersek çatışma sonrası toplumlarda uluslararası aktörlerin rolünü irdeleyen araştırmalar gerçekleştirdin. Bu çalışmalarında AB gibi uluslararası ve bölgesel aktörlerin olumlu etkileri yanı sıra kurumsallaşma, uzun dönemli etki ve taban ile yetersiz etkileşim hakkında eleştirilerin oldu. Uluslararası aktörler çatışma sonrası süreçlerde kadınların rolünü ve onlara açılan alanı arttırmak için neler yapabilir ? Kurumsal sorunları çözmek için nasıl adımlar atabilir?

Elena: Buna dosdoğru bir cevap vermek zor. Tüm aktörler için söylemiyorum ama bir çok uluslararası aktör sömürgeci bir düşünce ile hareket edebiliyor, “buraya barbarları kendilerinden kurtarmaya geldik” düşüncesi gibi. Bazıları ise bağlamı çok iyi anlamadan geliyor, ya da bağlamı yanlış anlayabiliyor. Bu organizasyonlar kendileri ve yerel aktörler arasındaki güç dinamiğinin ya farkında olmuyor ya da önemsemiyor.

Bosna’da gerçekleştirdiğim bir çalışmada sivil toplum örgütlerinin fon alma süreçlerine bakıyordum. Bazı kurumların önceliklerinin neden değiştiği sorusunu inceliyordum. Kurumların yazılmış hedefleri ile pratikteki projelerindeki uyumsuzluğun en önemli nedeni ise bağış verenlere göre hareket etme zorunluluğuydu. (Unutmamak gerekir ki, bir çok toplumsal hareket ve sivil toplum aktörleri resmi olmadıkları için fon alamıyordu ve bir çok sivil toplumun tek kaynağı fonlar olabiliyordu.) Yabancı hibe veren kurumlara önceliklerin ne olduğu sorusunu sorduğumda yerel sivil toplum gruplarına danışarak karar verdiklerini söylüyorlardı. Fakat yerel kuruluşlar ise fon almak için uluslararası kurumların hedeflerine göre önceliklerini çerçeveleyebiliyorlardı. Bu kadın, kadın hakları meselesi için de önemli. Genelleştiriyorum ama gündemin öncelikleri sahadaki ihtiyaçlar yerine fon verenler tarafından belirlenebiliyor.

Mesela bir çok ülkede, toplumun önemli bir kısmı kırsal alanda yaşasa bile, kırsal bölgede yaşayan kadınlar için fonlar eksik kalıyor. Popüler olan ve olmayan konular, gündemler var. Mesela kadının siyasete katılımı gündemde yukarı seviyedeyken ekonomik olarak güçlendirilmeleri aynı şekilde önemli olmuyor. Özetle, çok karışık bir cevabı olsa da büyük ihtimalle kimsenin fon vermeyeceği bölgelerde etkili oldular. Fakat aynı zamanda o bölgelerdeki öncelikler orada yaşayanlar tarafından belirlenmedi.

Begüm: Bu noktayı şimdiki soruya bağlayabiliriz. Bir çok çalışmanda kapsayıcılığın altını çiziyorsun. Uluslararası kurumlar fon verdikleri toplumlarda daha aşağıdan ve katılımcı bir model kurmak için neler yapabilirler ?

Elena: Bu aslında bugün bazı sözde ırkçılık karşıtı kampanyalarda da gördüğümüz bir şey. Biz siyah bir direktöre sahip olmak istiyoruz fakat “üst kademe” bir aday olmadığı için kapsayıcı olamıyoruz gibi bir gerekçe sunuyorlar. Bu bağlamda erken başlamak önemli. Önemli olan potansiyeli erken keşfetmek ve desteklemek. Eğitim ve gelişim süreçlerinde yer almak. Ne yazık ki sivil toplum örgütlerinde stajyerler ucuz iş gücü olarak görülebiliyor. Bunu aşmak için onları bir işgücü olarak değil, insanlığını öne çıkaran bir şekilde görmemiz gerekiyor. Kurumlar kafa yapılarını değiştirmeli. Sadece direktör olmak değil mesele. Dönüşüm gerçekleştirmek isteyenler erken başlamalılar, kurumsal yollar ve destek alanları bulmalılar. Kurumlar bu dinamiklere göre dönüşmeli. En önemli nokta bu bence.

Begüm: Son sorumuz! Yakın zamanda Kolombiya’nın barış sürecinde yerel halkın katılımı ve koronavirüs hakkında bir yazı kaleme aldın. Kolombiya barış anlaşmasının kapsayıcı bir anlaşma olmasının nedenini de karşılaştırmalı olarak akademik çalışmalarında anlatmıştın. Bu süreçte barış sürecinin partisi ve geleneksel olarak resmi mekanizmalarda dışlanmış gruplar (hem kadınlar hem de yerliler) nasıl etkilendiler?

Elena: Tabi ki başkent Bogota ve yerlilerin yaşadıkları bölgelerdeki dinamikler çok farklı. Hatırlatmak gerekir ki, Bogota’nın şu an ilerici bir kadın belediye başkanı (Claudia López Hernández) var. Genel olarak baktığımızda Kolombiyalı kadınlar koronavirüsten dünyanın bir çok yerindeki kadın gibi etkilendi. Kolombiya’da da kadınlar pandemik ile mücadelede ön saflarda yer aldılar, fakat bir yandan da cinsel şiddette artış oldu. Başka bir nokta ise kadınların enformel ekonomide yer alması. Sokağa çıkmanın kısıtlanması ve yasaklanması ile bu süreç darbe aldı ve devletten de destek alamadılar.

Yerli halka dönersek, onlar daha çok kırsal ve özerk bölgelerde yaşıyorlar. Kolombiya’da barış anlaşması imzalandığından beri siyasal şiddet ve cinayetler zaten artmıştı[1]. Bu bölgelerde de topluluk liderleri hedefteydi. Herkes kendi evinde kaldığı için bu liderlere ulaşmak daha kolay oldu. Pandemik başladığından beri öldürülen topluluk liderlerinin sayısı çok yükseldi. Saldırıların yanında bu bölgelerde çok ciddi altyapı sorunları var. Bazı bölgelerde su sitemi yok, en yakın hastane ise çok uzakta olabiliyor. Hükümet yardım sözü verse bile gerçekleştirmiyor. Bu bölgelerde madencilik şirketleri pandeminin başında aktivitelerini durdursa bile şu an devam ediyorlar[2]. Tüm bunlara rağmen yerel halk kendini korumak için mekanizmalar gerçekleştiriyor.

Yerlilerin hakları tarihsel olarak hep önemsizleştirildi. Pandemik de aslında bunu gösteriyor. Biri bana bu sürecin eşitsizlik yaratmadığını fakat eşitsizliği yüzeye çıkardığını söylemişti. Bunun çok doğru olduğunu düşünüyorum.

Begüm: Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğin bir şey var mı?

Elena: Haklarınızın değerini hafife almayın. Toplumdaki tüm kadınların hakları korunuyor mu ve temsil ediliyor mu ona bakın. Sadece başkentlerdeki, şehirlerdeki kadınların haklarına değil, tüm kadınları düşünün.

[1]Aktivist ve liderlere saldırı konusunda bu haber okunabilir. Kolombiya’da 2019’da 51 İnsan Hakları Savunucusu Öldürüldü https://www.amerikaninsesi.com/a/kolombiya-insan-haklari/4913554.html

[2]Yerel halk ve madencilik hakkında bilgi almak için bu makale okunabilir. https://towardfreedom.org/story/colombian-farmers-continue-push-against-mining-for-peace/

Polonya’da LGBTİ Bireylere Artan Saldırılar Kıskacında BarıS ve Güvenlik Gündemi

Photo by Markus Spiske on Pexels.com


Polonya’daki süreci ve barış ve güvenlik gündemi ile ilişkisini anlamak için Kadın Barış İnşacıları Küresel Ağı’ndan (GNWP) Agnieszka-Fal Dutra Santos’un “Haklar Olmadan Barış Olmaz: Polonya’da LGBTQ Bireylere Karşı Ayrımcılık Kadın, Barış ve Güvenlik Gündemi (WPS Gündemi) Yükümlülüklerinin Uygulanmasının Önüne Bariyer Koyuyor” isimli yazısını Begüm Zorlu Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu için Türkçeye çevirdi.

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasına karşı protestolar büyürken bir yandan Polonya’da da benzer bir mobilizasyon yaşanmaktaydı. Polonya hükümetinin İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini açıklamasından sonra binlerce protestocu sokaklara dökülmüş, birçok aktivist gözaltına alınmıştı.


London School of Economics (LSE) bünyesindeki Kadın, Barış ve Güvenlik Merkezi’nin blog sayfasında yayınlanan bu yazının orjinaline bu linkten erişebilirsiniz. Yazıda verilen atıfları orijinal linkte bulabilirsiniz.

Polonya’da LGBTİ Bireylere Artan Saldırılar Kıskacında Barış ve Güvenlik Gündemi

Agnieszka-Fal Dutra Santos

Polonya’da LGBTQ haklarının gerilemesi

2020 yılının Haziran ayında, başkanlık seçimlerinin ilk turundan sadece birkaç gün önce, sol görüşlü Polonya medyası genç bir eşcinsel birey olan Michał’ın intihar ettiğini bildirdi. Michał’ın ailesinin homofobiye atfettiği ölüm, münferit bir olay olmak yerine daha derin bir akımın parçası. Varşova Üniversitesi Önyargı Araştırma Merkezi’nin, Homofobi Karşıtı Kampanya (KPH), Lambda Varşova Derneği ve Trans-Fuzja Vakfı ile ortaklaşa yürüttüğü bir araştırmaya göre, Polonya’daki LGBTQ bireylerin yaklaşık% 50’sinin intihar düşünceleri barındırıyor. Bu oran genel nüfus içinde % 1.

LGBTQ bireyler nefret ve şiddet dalgasıyla karşı karşıya kalıyor: 2015-2016 yılları arasında en az % 70’i bir tür şiddetle karşılaştı. Ancak homofobik şiddete maruz kalanların% 4’ten azı bunu polise bildirdi. LGBTQ kişilerin ortalama% 14’ü cinsel şiddete maruz kaldı, bu oran aseksüel ve trans kişiler ve biseksüel kadınlar arasında daha da yüksekti (% 20).

LGBTQ bireylere yönelik şiddet, daha geniş olarak azınlıklara yönelik yetersiz yasal koruma, homofobi ve transfobinin artan kurumsallaşması bağlamında gerçekleşiyor. Polonya İnsan Hakları Komiseri ‘ne göre, heteronormatif olmayan kişilerin kamuoyu tarafından kabulü 2019 yılında azaldı. Bu düşüş, Polonya’da 2015 yılından beri artan, “bazı politikacılar ve medya şahsiyetleri tarafından tekrarlanan ve güçlendirilen” nefret söylemi, homofobik, transfobik retorikteki ve göçmenlere, ırksal, etnik azınlıklara, LGBTQ bireylere yönelik nefret söylemindeki artış ile bağlantılı.

Polonya yasaları bu tür saldırılara karşı yeterli koruma sağlamıyor. İnsan Hakları Komiseri, 2019’da, Polonya içtihat hukukunda LGBTQ kişilerin yasal korunmasının “yavaş ilerleme” kaydettiğini belirtti. Ayrıca, bu ilerleme, son politik ve yasama eğilimleri tarafından tersine çevrilmemişse de, zayıflatıldı.

2019 yılının Haziran ayında, uzun bir yasal mücadelenin ardından, Anayasa Mahkemesi, LGBTQ hakları kuruluşuna hizmet vermeyi reddeden matbaa dükkanı vakasında, hizmet verenlerin “sağlam bir nedeni” olmadan hizmet vermemeyi, ve cinsiyet, etnik köken, cinsel yönelim ve kimliğine dayalı ayrımcılığı yasaklayan Polonya Kabahatler Kanunu’nun 138. maddesini anayasaya aykırı buldu. Buna ek olarak, Polonya belediyeleri, 2019 yılının başından bu yana, kendilerini “cinsiyet ve LGBT ideolojisinden arınmış bölgeler” olarak deklare eden kararları hayata geçirdi. Haziran 2020 itibariyle, Polonya’daki 104 şehir, belediye ve voyvodalık (en büyük idari bölüm) bu tür kararları kabul etti. Böylece, Polonya’nın yaklaşık% 30’unu “LGBT’siz bölge” haline getirdi. Bu kararlar, LGBTQ haklarını geliştirmeyi hedefleyen herhangi bir eyleme karşı çıkmayı vadetti ve yerel konseyleri, ulusal parlamentoyu ve hükümeti “eşcinsel yapıdaki örgütlerin finansmanının kaynaklarını ve yöntemlerini kontrol etmeye” çağırdı.

2020 yılının Temmuz ayında, bu kararlardan ikisi, LGBTQ hakları örgütlerinin yaptığı bir kampanya ve Polonya İnsan Hakları Komiseri’nin müdahalesi sonrasında iptal edildi. Fakat, Polonya Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan “Aile Şartı’nda” da açıkça görüldüğü gibi Polonya’da LGBTQ haklarının korunmasında tehlikeli bir eğilimi temsil ediyorlar. “Aile Şartı” eşcinsel evliliğe, çocukların eşcinsel çiftler tarafından evlat edinilmesine karşı çıkma taahhüdünü içeriyor ve “LGBT ideolojisinin kamu kurumlarında teşvik edilmesini” yasaklıyor.

Polonya’daki homofobi ve transfobi, cinsiyet eşitliğine karşı daha geniş bir hareket bağlamında da konumlandırılabiliyor ve bu da kadın haklarının tehdit altında olduğu bir ortam yaratıyor. Ülkedeki homofobik ve transfobik yasaların çoğalması, kadın hakları ve cinsiyet eşitliğine zarar veren diğer yasal ve politika değişiklikleri ile birlikte gerçekleşti. Bu endişe verici gelişmeler – Polonya’nın kürtaj yasasını (halihazırda Avrupa’daki en muhafazakar yasalar arasında) daha da sıkılaştırma girişimleri, ya da kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve mücadele eden İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı– LGBTQ haklarına karşı kampanya gerçekleştiren aynı aşırı sağ gruplar tarafından yürütüldü.

Homofobinin kurumsallaşması ve Polonya’nın Kadın, Barış ve Güvenlik (WPS) Yükümlülükleri

Polonya’da homofobi ve transfobinin kurumsallaşması Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin uygulanması bağlamında ne ifade ediyor?

Polonya, Kadın, Barış ve Güvenlik ile ilgili, 2018-2021 dönemi için ilk Ulusal Eylem Planını (UEP) 2018’de kabul etti. UEP, bölgedekilerin çoğu gibi, öncelikle kadınların silahlı kuvvetlere katılımına ve Polonya’nın dış politikasına odaklanıyor. Dört ana dayanaktan oluşuyor:

  1. Kadınların çatışmanın önlenmesi ve barışın korunmasına anlamlı katılımı;
  2. Polonya insani yardım ve kalkınma yardımı yoluyla Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin uygulanması;
  3. Çatışmalara bağlı cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet mağdurlarının korunması ve desteklenmesi; ve
  4. Polonya’da ve uluslararası işbirliği yoluyla Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin teşvik edilmesi ve geliştirilmesi.

UEP, LGBTQ topluluğundan veya haklarından doğrudan bahsetmiyor. Öte yandan, UEP’deki ana hedef gruplar –kadınlar ve çatışmalara bağlı cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet mağdurları- lezbiyen, biseksüel ve trans kadınları kapsayabilir. Bununla birlikte, LGBTQ kişilere yönelik nefret söyleminin ve şiddetin artan yaygınlığı, meşrulaştırılması ve kurumsallaşması, dört temelin da anlamlı bir şekilde uygulanmasını engelleyen bir ayrımcılık iklimi yaratmaktadır.

Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin destekçileri ve yürütücüleri arasında, taahhütlerin uygulanmasının daha geniş bir ayrımcılık yapmama ilkesine dayandırılması ihtiyacına dair artan bir kabul var. Başka bir yerde tartıştığım gibi, Kadın, Barış ve Güvenlik hedefleri – hem dış yardım ve politikaya, hem de iç meselelere odaklanan- ancak yapısal cinsiyet eşitsizlikleriyle mücadele edilirse gerçekleştirilebilir. Bu nedenle kararlar, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) tarafından belirlenen daha geniş normatif çerçeve bağlamında yorumlanmalıdır.

CEDAW Komitesi, 28 numaralı Genel Tavsiye Kararında, “kadınların cinsiyet ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa maruz kalmasının ırk, etnik köken, din ya da inanç, sağlık, sosyal statü, yaş, sınıf, kast ve cinsel yönelim ile cinsel kimlik gibi kadınları etkileyen diğer faktörlerle de ayrılmaz bir şekilde bağlantılı” olduğunu kabul etti ve taraf devletlere “bu tür kesişen ayrımcılık biçimlerini ve bunların ilgili kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerini yasal olarak tanımaları ve yasaklamaları” çağrısında bulundu. Bu bağlamda, LGBTQ topluluğuna yönelik ayrımcılığın ele alınması, Kadın, Barış ve Güvenlik gündeminin uygulanması için zorunlu hale gelmiş durumda.

Birinci Dayanak: Katılım

Polonya’nın Ulusal Eylem Planı, kadınların anlamlı katılımını gerçekleştirmek için daha geniş kapsamlı bir ayrımcılık yapmama ilkesinin önemini bir dereceye kadar kabul etmektedir.

Birinci dayanak altındaki hedeflerden biri, “eşit muamele politikalarının (ayrımcılık karşıtı) uygulanmasını amaçlayan bir yasal çerçeve ve uygulamalar” oluşturmak ve uygulamaktır. Bu hedefteki ilerleme, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri gibi kadınlara karşı diğer ayrımcılık türlerini ele alma yükümlülüğünü içeren “CEDAW’ın uygulanmasında Polonya kurumları tarafından kaydedilen ilerleme” olarak tanımlanmaktadır.

Bunu teyit eden CEDAW Komitesi, Kasım 2014’te Polonya’nın birleşik yedinci ve sekizinci periyodik raporlarına ilişkin Sonuç Gözlemlerinde, “Roman, lezbiyen, biseksüel, transseksüel, interseks ve engelli kadınlara karşı olumsuz klişelere karşı koyma önlemlerinin eğer varsa bile sınırlı etkililiğine” dikkat çekti. Polonya’nın İnsan Hakları Komiseri’nin raporlarının da kanıtladığı gibi, son gelişmeler durumu iyileştirmekten çok daha da kötüleştirdi. Ayrımcılık iklimi, lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların barış ve güvenliği içeren karar alma süreçlerine ve Polonya’nın güvenlik güçlerine katılma imkanlarını da, nefret söylemi veya şiddet riski barındırdığı için engelleyebiliyor. Bu, UEP’nin “kadınların çatışmayı önleme ve barışı korumaya anlamlı katılımı” konusundaki ilk dayanağı altındaki temel hedeflerin uygulanmasına mâni oluyor.

İkinci Dayanak: İnsani Yardım ve Kalkınma Yardımı

UEP’nin ikinci dayanağı, Polonya’nın insani yardım ve kalkınma yardımı yoluyla WPS gündemini uygulamayı amaçlamaktadır. Bu, diğer şeylerin yanı sıra, çatışmaya bağlı cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet mağdurlarına yönelik destek ve koruma yoluyla sağlanacaktır.

Çatışma durumlarında, “homofobik önyargının, genellikle erkeklerin cinsel şiddeti hedeflemesinin bir açıklaması olarak gösterildiğinden” ötürü , homofobik politikalar ve uygulamalar, Polonya’nın bu tür şiddeti etkili bir şekilde önleyebilmesini, tepki gösterebilmesini ve böylece UEP’nin ikinci dayanağının gerçekleşmesini engelleyebilir.

Üçüncü Dayanak: Kurtulanları Desteklemek

Ulusal Eylem Planı bir yandan da, “Polonya’ya uluslararası koruma için başvuran çatışmayla bağlantılı cinsel şiddet mağdurlarına destek vermeyi” de amaçlamaktadır.

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli haklı gerekçelere dayanan adli takibat korkusu, Polonya’da sığınma hakkı elde etmek için yeterli bir temel olabilir. Diğer taraftan, uygulamada “cinsel yönelimlerine ve cinsiyet kimliğine dayalı olarak uluslararası koruma için meşru iddialarda bulunan yabancıların reddedilmesi ve sınır dışı edilmesi” vakaları gerçekleşmiştir. Ayrıca, LGBTQ sığınmacılara karşı şiddeti önleyecek herhangi bir önlem yoktur. Bu nedenle, Polonya’da uluslararası koruma için başvuran, çatışmaya bağlı cinsel şiddetten kurtulan LGBTQ mağdurlarının yeterli destek almaları pek mümkün değildir ve Polonya’da bir kez daha başka ihlallerin hedefi haline gelebilirler.

Dördüncü Dayanak: Uluslararası Dayanışma

Son olarak, UEP ayrıca Polonya’nın “uluslararası forumlarda çatışmayla ilişkili cinsel şiddet eylemlerinde faillerin etkinliğini artırmak ve hesap verebilirliğini artırmak için çabalamasını” taahhüt etmektedir. Polonya’nın söylemi ve uluslararası forumlara katkıları, yükselen kurumsallaşmış homofobi de dahil olmak üzere, ülkedeki siyasi iklimle de renkleniyor. Bu, ülkenin cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten hesap verebilirliği sağlamaya yönelik etkili bir şekilde çalışma yeteneğini zayıflatıyor. .

Ekim 2019’da, Avrupa Parlamentosu’nun Polonya Üyeleri, Uganda’daki LGBTQ kişilere yönelik baskıları kınayan bir karar üzerinde çekimser kaldı. Karar, Uganda’daki eşcinsel kişilere yönelik ölüm cezası ve çatışmayla bağlantılı cinsel şiddet eylemleri dahil olmak üzere, devletin zorunlu kıldığı zulme odaklanıyordu. Bu endişe verici karar ülkedeki homofobinin Polonya’nın dış politikasına sızdığına ve dolayısıyla onun dış politikasına ve Kadın, Barış, Güvenlik taahhütlerini yerine getirme yeteneğine zarar verdiğine işaret etmektedir.

WPS kararları kapsamındaki yükümlülüklerini etkin bir şekilde yerine getirmek için Polonya, LGBTQ vatandaşlarına etkili koruma sağlamalıdır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1325 sayılı Kararının 20. Yıldönümüne yaklaşırken, WPS topluluğu homofobi ve transfobinin, gündemin uygulanmasındaki etkileri konusunda sessiz kalmamalıdır. Tersine, kadınlar, barış, güvenlik ile ilgili konuşmayı genişletmek için bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Bu, “varsayılan cinsiyet temelli olarak iki kategoriyi içeren dar bir odaktan, ikili varsayımı çürüten feminist bir proje olarak cinsiyete daha geniş bir odaklanan bir kategoriye geçmek” anlamına gelir.

Bu aynı zamanda, yerel politikaların – ve özellikle azınlıklara yönelik davranış biçimlerinin – Kadın, Barış, Güvenlik yükümlülükleri üzerinde – Polonya’da ve başka yerlerde – derin bir etkiye sahip olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Barış, savaş yokluğundan daha fazlasıdır – kapsayıcı kurumlar, adalete erişim ve herkes için güvenlik gerektirir. Çatışmayı önlemek ve Kadın, Barış, Güvenlik gündeminin temel amacı olan cinsiyete duyarlı bir barış için çalışmak, çatışma ve güvensizliğin daha derin, yapısal kaynaklarının ele alınmasını gerekli kılar. Bu, en önemlisi, marjinalleştirme, ayrımcılık ve LGBTQ kişilere yönelik şiddeti içerir.